SEKAM’ın geleneksel olarak düzenlediği ve akademisyenleri bir araya getirdiği kahvaltı programı, 11 Kasım 2017 Cumartesi günü genel merkezimize ait toplantı salonunda yapıldı. Toplantıya alanlarında uzman, birbirinden değerli 60 civarında akademisyen katıldı.
Toplantının ana gündemini Prof. Dr. Ali Demir’in “Türkiye’nin Sınav ile İmtihanı” başlıklı sunumu oluşturdu. Programın açılış konuşmasını SEKAM Genel Başkanı Prof. Dr. Burhanettin Can gerçekleştirdi.
Prof. Dr. Burhanettin Can, yapmış olduğu konuşmada şunları söyledi:
“Bir önceki programda dile getirdiğim bir hususu yeniden gündeme getirmek zorunda hissediyorum, kendimi: ‘Türkiye’de ulemanın, ilmiyenin, öğretmenler ve imamlar sınıfının görev ve sorumluluğu ne olmalıdır?’
Prof. Dr. Cemil Çelik’in yazmış olduğu birkaç yazıyı örnek vermek istiyorum. Bir yazısındaki başlık, ‘Yeni Türkiye’de İlmiye Sınıfının Yeri Neresi’ şeklindedir. Susan ilmiye sınıfının yeniden konuşmaya başlaması, Türkiye’nin geleceği için bir sıhhat alameti olarak görülmelidir. Yaşadığımız süreç ile birlikte geçmişi karşılaştırdığımda, “Ne fark var?” diye düşünmeden edemiyorum. Rektörlük seçimlerinde yaşanılan sıkıntıları daha önceden yaşamışlığımız var ve bu dönemde yeniden aynı sıkıntıları yaşadığımızı ve neyin değiştiğini doğrusu merak ediyorum. Dün şikâyet ettiklerimizden koltukta oturanlar değişince şikâyet ortadan kalkmış mı oluyor?
Rektörlük seçimleri ile ilgili, o dönemlerde yazmış olduğum birkaç makaleden sonra bir arkadaşım şimdi, benden helallik isteyerek; ‘Hocam siz o yazıyı yazdığınızda, biz seni dava haini ilan ettik. Ama şimdi yaşayıp görünce sizin orada kurumsallaşmaktan, ilkeli olmaktan, sistemleşmeye gidip nesiller boyu devam edecek yapıları inşa etmekten bahsettiğinizi anlıyoruz.’ dedi.
Siyaset ve ilmiye sınıfı arasındaki bağlantıların çok kötü boyutlara geldiği hepinizin malumudur. Özellikle küçük vilayetlerde yaşanılanları görüyoruz ve duyuyoruz. Prof. Dr. Cemil Çelik’in yazısına tekrar geri dönersek, yazıda, belli bir şuur ve sorumluluk düzeyinde olan arkadaşlarımızın sustuğunu belirtiyor ve yazısının son kısmında şu çarpıcı soruyu soruyor; ‘İtaat et rahat et! ilkesi en iyisi değil mi?’
Hayrettin Karaman Hoca, bir yazısında:
‘Samimi ve yapıcı tenkit iktidarı desteklemek demektir. Ülke ve kamu menfaatini önde tutmak demektir. İktidara ve kamuya en büyük zarar verenler, şahsi menfaatleri için hatalara göz yuman; işi gücü yalakalık, yağcılık olandır. Tenkitler değerlendirilmeli, övenden çok samimi eleştirilerde bulunanlara kulak ve değer verilmesi gerekir.’ dedi.
Sahabenin önde gelenlerinden Abdullah b. Mesut, ilmiye ve ulema sınıfı ile ilgili şöyle demiştir:
‘Eğer ilim ehli, ilmi koruyup onu layık olana vermiş olsalardı, ilim sayesinde devirlerinin insanlarına efendi olacaklardı. Onlar ilmi menfaat sahibi olmak için, ehli dünya için harcadılar. Dünya ehli de âlimleri aşağıladı. Hâlbuki Hz. Peygamber şöyle demişti; ‘Kimin tasası sadece ahiret olursa Allah da dünyadaki tasalarına kifayet eder. Kim dünyayı tasa yaparsa, hangi vadide helak olduğunu Allah umursamayacaktır.’
Yine bir başka Hadis-i Şerif’te ; ‘Yanarım yanarım başkasının dünyalığı için kendi ahiretini yakana…’ demiştir. Hz. Peygamber en şerli beş insan unsurundan bahsederken, ‘En şerlisi olarak dini ticaret konusu edinenlerdir ve sonrasındaki şerli insan için ise başkasının dünyalığı için kendi ahiretini yakanlardır.’ demektedir.
Yaşadığımız bu dönemde, İslam Coğrafyasının durumu ortadadır. 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’nin durumu da ortadadır. Bu yaşanılan karanlığa ışığı getirecek olanın ulema sınıfının olması gerekmez mi? Unutmamamız gereken bir nokta var. Görmüyor, duymuyor ve konuşmuyorsak emin olun ki hepimiz aynı gemi de yolculuk yapıyoruz ve yaşanılacak olan sıkıntılara karşı hepimiz bedel ödeyeceğiz.
Arkadaşlar Allah, Kur’an-ı Kerim’de Araf süresinin 163’ten 169’a kadar olan ayetlerde bir kıssa anlatır. Bu kıssada, bir sahil kasabasındaki bir toplumdan bahsedilir ve cumartesi günü balık avlamanın yasak olduğu için balık tutmamaları gerektiğini bilirler. Sonrasında toplum üç katmana ayrılır. Yasağa uymayıp balık tutanlar, yasağa uyanlar ve nemelazımcılar. Yasağa uyanlar yasağa uymayanları ikaz ettiğinde, nemelazımcılar ‘Ne diye tebliğ ediyorsunuz?’ diye sorduklarında, verilen cevabın bizim de cevabımız olması gerektiğini düşünüyorum: ‘Umulur ki sakınırlar ve Rabbimize karşı bir gerekçemiz olur.’ diye karşılık veriyorlar.
Bu yüzden kimse bizi ciddiye almıyor ve kimse bizi dinlemez vb. düşüncelerden kurtulmak zorundayız. Onun için yaptığımız çalışma ve raporların karşılığını ahirette almak için hareket etmeliyiz.
Hz. Peygamber bir konuşmasında ulemayı, ilmiye sınıfını çölde yolunu kaybetmiş bir insanı yolunu bulması için düzlüğe çıkaracak olan yıldızlara benzetmiştir. Bu sebeple istikamet üzere olmalıyız. Hesap gününün bilincinde olmalı ve buna göre sorumluluk bilincine göre hareket etmeliyiz.” diyerek Burhanettin CAN sözlerini tamamladı.
Devamında Prof. Dr. Ali Demir’in “Türkiye’nin Sınavla İmtihanı” / “Türkiye’de Ölçme, Seçme ve Değerlendirme” konulu sunumuna geçildi.
Ali Demir, sunumunda şu ana başlıklar üzerinde durdu:
Buna göre; ölçme tanımı şu şekilde yapılmaktadır: ‘Herhangi bir bireyin “belli bir amaç” doğrultusunda ilgili bilgi, tecrübe ve kabiliyetlerinin; izleme, gözlemleme, mülakat etme, sınav yapma vb. yollarla sayısal değerle eşleştirilmesi’ olarak tanımlanmaktadır.
Ölçme, demokrasi ve toplum barışı için önemlidir. Hak ve adalet kapsamında ölçmenin yapılması olmazsa olmazlarımızdan olmalıdır. Ölçme ile birlikte bireylerin durum tespiti, bir diğer manada değer tespiti yapılmaktadır.
Ölçmenin diğer bir önemi ise liyakat esaslı kıymetlendirmeye destek olmasıdır. Bireyin kendisini sürekli iyileştirmesi ve kendine bir yol haritası çıkarabilmesi için ölçme ve değerlendirme önemlidir ve değer arttırılması için yapılmalıdır.
Ölçme ve değerlendirme eğitim sistemin iyileştirilmesi destek olmak için de yapılmaktadır. Yapılan ölçme sayesinde eğitimin kalitesi düzenlenebilmekte ve iyileştirilebilmektedir. Ölçme ve değerlendirme yetiştiricinin de başarısını göstermesi bakımından önemlidir. Eğitici ve öğreticilerin ne derece de sorumluluk sahibi olduğunu ortaya koymakta ve bu konuda iyileştirme yapılabilmesinin önünü açmaktadır.
Ölçme her ne kadar bireyin değerlendirilmesi olarak da kabul edilse, bir nevi bireyin yetiştiği kurumun da değerini ortaya koymaktadır. Kurumların ölçme ve değerlendirme sayesinde kalitesinin arttırılmasına katkı sağlayabilmektedir.
Ölçme ve değerlendirme toplumsal değerlerin yaşamasına katkı üretir ve bu değerleri korumaya yardımcı olur. Yapılacak olan ölçmenin çok yönlü düşünmeyi tetikleyici halde olması daha kaliteli bireylerin yetişmesine ve toplumun refahına destek olmaktadır.
Ölçülecek olan kitleyi belirli kalıplara sokmak hedeflenmemelidir. Ölçme ve değerlendirme bireyi ezberden uzak tutmayı ve ezberlemeye iten durumların oluşmasına engel olması gerekmektedir.
Ölçme ve değerlendirmedeki önemli hususlardan biri de, bireyin öğrenme derecesinin belirlenmesine yardımcı olmasıdır. Öğrenmenin kademeleri ki, bu, “Bloom Taksonomi” olarak isimlendirilmektedir. Bu kademeler;
Bu zamana kadar yapılan ölçme işlemleri bilgi aşamasında kalmış ve bunlar, “çoktan seçmeli sorular, doğru/yanlış testler ve boşluk doldurma” olarak yapılmıştır. Bilgi edinme seviyesinde yapılan ölçme ve değerlendirmeler belli bir zamandan sonra bireyde ezber yapmaya dönmektedir. Yeni öğrenme teknikleri ile bilgi edinme seviyesinden kavram, uygulama, analiz ve sentez seviyesine çıkartılması gerekmektedir.
Yaşadığımız dönem bir bilgi çağıdır ve yaşanılan teknoloji devrimi günümüzde tam bir bilgi bombardımanına dönmüştür. Bir makalede şu örnek verilmektedir: New York Times’ın bir haftalık verdiği bilgi 18. yy. da ki bir insanın hayatı boyunca karşılaşacağı bilgi miktarından fazladır ve sadece 2005 yılında üretilen bilgi miktarı 5000 yıllık üretilen bilginin toplamından fazla olması, geleneksel eğitim metotlarının dışına çıkılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Çocuklarımızın teknoloji bombardımanı altında kalması telefon, tablet, internet ve sosyal medyanın yaygınlaşması da bizleri yeni eğitim ve öğretim tekniklerine yönlendirmektedir. Artık önceden milattan önce ve sonra diye ayrım yapılırken, şimdi, Google’dan önce ve Google’dan sonra olarak yapılmaktadır. Bilginin bu kadar yaygınlaşması ve kolay erişebilir olmasından dolayı ezberlemenin veya ezber yapmaya yönelik eğitim metotlarının anlamsızlığı gün yüzüne çıkmıştır.
Türkiye’nin Ölçme ve Değerlendirme Tarihi
Türkiye’nin ölçme ve değerlendirme tarihi çok eskileri dayanmaktadır. Kronolojik olarak sıralamayı şu şekilde yapmamız mümkün;
Yaşanılan değişim sürecinde ilk iki Kurum’un Sayın İhsan Doğramacı’nın kendi inisiyatifi ile kurulmuş ve çalışılmışken, üçüncü kurum bir mali ve idari özerkliğe sahip ve bağımsız bir kuruluş haline gelmiştir. Çünkü yaşanılan süreçte Türkiye’ye yakışan buydu. Bir gün İhsan Doğramacı’nın oğlu olan Ali Doğramacı Hoca ile bir görüşme yapmıştık ve kendisi bize; “Çocuklar güzel işler yapıyorsunuz ama kendi ayağınızı kendiniz bağlıyorsunuz.” demişti. Biz Kurum’un yasal bir zeminden oturduktan sonra yaşanılacak sıkıntıların bizi bağlayacağının bilinci ile bu işin içerisine girdik. Amacımız her zaman ülkeye hizmetti. Bunun için, Kurum’u kayıtlı ve izlenebilir bir kurum haline getirdik.
2010-2015 yılları arasında Kurum’u yönettiğimiz süre zarfında yapmış olduğumuz işlerden kısaca bahsetmek istiyorum.
Ölçme Kalitesi
Ölçme kalitesinin artması için ÖSYM’de yapılanları şu şekilde sıralayabilirim:
Ölçme Sisteminin Oluşturulması
Şeffaf ve izlenebilir bir ölçme sisteminin oluşturulması için yaptığımız faaliyetler ise şu şekildedir:
Sınav Güvenliğine Yönelik Ölçme Sisteminin Oluşturulması
Sınav Uygulamaları
Üniversitelerdeki Giriş Sistemindeki Tarihsel Gelişmeler
Üniversiteye giriş sistemindeki değişiklikleri kronolojik olarak aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
Kırk yıllık Üniversite Sınav Sistemimizin serencamı bu şekildedir. Özetle ifade edecek olursak oturmuş ve bir ölçme, seçme ve değerlendirme sistemi oluşmamıştır. Bu değişimlerin de kaçınılmaz olduğu kanaatindeyim. Çok dinamik bir toplum ve dinamik bir öğrenci kitlesine sahibiz.
Türkiye’deki öğrenci verilerine TÜİK üzerinden bakarsak, öğrenci sayımızın birçok ülkenin nüfusundan fazla olduğunu rahatlıkla görmekteyiz. Bu nedenle bu öğrenci kitlesini yönetmenin ülke yönetmek kadar zor olduğunu anlamış bulunmaktayız.
Sistem Yaklaşımı
Açık bir şekilde söylemek gerekirse bizim sınav sistemimiz daha çok girdiyi ölçmek üzerine kurulu bir sistem olarak duruyor. Mühendis olduğumdan dolayı aşağıdaki şekilde görüleceği gibi konuyu özetlemek istiyorum:
GİRDİ >>>>>>>>>> ÇIKTI
Bizim sistemiz daha demin de söylediğim gibi öğrenci adaylarının girdilerini ölçme üzerine kurulu olduğunu belirtmiştim. Bu şekilde yapılan ölçmenin tam bir değerlendirme olmadığı bilinmektedir. Çünkü öğrencinin ilkokuldan üniversiteye kadar sürekli olarak bir yerlere girebilmek için sınav olduğu ve buna göre ölçme değerlendirmenin yapıldığı unutulmamalıdır. Bizim asıl yapmamız gerekenin ise işlemden geçen öğrencinin çıktıda değerlendirilmesinin yapılmasını sağlamak ve bu şekilde daha verimli bir eğitim, öğretim ve ölçmenin önünün açılmasını sağlamaktır.
Yeni Giriş Sistemi
Sizlere kısaca yeni giriş sisteminden bahsetmek istiyorum:
Değerlendirme
Öneriler
Ölçme Sisteminin aşağıdaki niteliklere kavuşması ülkemiz için hayati önem arz etmektedir:
Son Söz;
Ölçme; bir bireyin
ÖLÇME, bu yeteneklere ve özelliklere sahip olan bireyin kişilik değerini ortaya koyacağından ÖLÇMEK, DEĞER VERMEKTİR.
SINAVI-ÖLÇMEYİ “DEĞER VERMEK” olarak gerçekleştirinceye kadar TÜRKİYEMİZİN SINAVLA İMTİHANI DEVAM EDECEKTİR.
SORU-CEVAP
Soru: Bir istatistikten bahsetmek istiyorum. Türkiye’de YGS sınavlarında sorulan 40 adet Fen Bilimleri sorusundan sadece 4,5 tanesi, Matematikte 40 sorudan 6,5 tanesi, Sosyal Bilimlerden 11,5’i ve Türkçe ’den ise 18 doğru gibi bir ortalamaya sahip olduğunu görüyoruz. Bunun benzerini yapılan PISA vb. sınavlarda da görüyoruz. Bu da bizi OECD ülkeleri içerisinde 50-52. Sıralara doğru geriletiyor. Öğrencilerimiz okuduklarını anlamıyor. PISA’nın üst seviye Fen bilimleri sınavında verilen cevaplarımızın binde üç gibi bir rakama tekabül ediyor. OECD ülkelerinde ise bu ortalama 6 ile 7 arasında geziyor. Buradan çıkan projeksiyona göre OECD ülkeleri arasında geleceğin bilim adamlarını yetiştirme sıralamasında maalesef Türkiye olarak sonuncuyuz. Ne yazık ki bu bize gösteriyor ki, bizim yüksek nitelikli bilim adamı yetiştirme projeksiyonumuz yok.
Birinci sorum; Diğer ülkelerin öğrencileri de böyle mi?
İkinci sorum; Bahsetmiş olduğunuz ÖSYM içerisindeki personelin üç yılda bir değişimi sizce bir sıkıntı değil mi? Başarılı ve görevini yapan personelin orda kalması gerekmez mi?
Cevap: Birinci sorunuza şu şekilde cevap vermek istiyorum; Bizim yapmış olduğumuz bir yanlış var. Biz fen bilimleri, matematik, sosyal bilimler ve Türkçe sınav sorularına 40’ar adet toplam 160 adet soru soruyoruz veya bu 40-20-20-40 toplam 120 soru şeklinde tek bir kitapçıkta soruyoruz. Bu da öğrenciyi haliyle kolaya yönlendiriyor. Bu sebepten dolayı biz alan bazlı sınav sistemini hayata geçirdik ve birden fazla oturum ile öğrencinin hem sınav stresini azaltmaya yönelik hem de öğrenmeye yönelik bir hamle olarak düşünüyorum. Uluslararası sınav sistemleri de bu şekilde işliyor.
İkinci sorunuza gelince; Burada temel konu şeffaf olma durumu ve insan bağımlı kılmama durumudur. Amacımız bu şekilde sistemi kurmak, her şeyi yazılı hale getirmek, kayıt altına almak ve bu şekilde personel rejimini sağlamaktır. Bundan dolayı kurduğumuz veya kuracağımız sistemin kurumsal kimliğe kavuşabilmesi için kişilere bağımlı olmaması gerekmektedir.
Soru: Ben soruma şöyle başlamak istiyorum sınav güvenliği konusu bizim en önemli sorunumuz olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların yapılan sınavlara olan güveni sonuçların nasıl ortaya koyulduğu ile alakalı sıkıntıları var.
Bir de sınav stresini azaltmak kavramını hiçbir zaman anlamadım. Sınav stresi konusunun negatif değil pozitif bir kavram olarak düşünüyorum.
Türkiye’de ön lisans döneminde sınavsız geçiş YÖK bunu başarısız olarak görüldü ve kaldırdı Sıkıntı neydi de kaldırıldı veya neden zamanında bu sisteme geçildi?
Cevap: Güven, toplum nazarında son derece önemli bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Bir de insanların kendi geleceklerini belirleyecekleri bir sınav ise burada güven kavramının önemini anlatmaya herhalde kelimeler yetmez diye düşünüyorum.
Sınav güvenliği konusu da bizim en önemli konularımızın hatta en başında gelmektedir. Burada söz konusu olan durum toplumun bu yapılan merkezi sınav sistemine olan güvenini sağlamak olduğunu düşünüyorum. Bunu da tepeden inmeci bir şekilde değil, bizatihi toplumu ikna edecek önlemleri aldığınızda ancak güveni sağlamanız mümkün oluyor.
Bir küçük anekdot aktarmak istiyorum; ÖSYM Türkiye'nin keşfettiği bir kurumdur. Türkiye dilerse bunu tüm dünyaya transfer edebilir. Çünkü tüm toplumun gücünü yönetime taşıyan bir uygulama. Mesela bu transferi gerçekleştirdiğimiz ülkelerden birisi Azerbaycan. Azerbaycan'da yapılan ilk merkezi sınavda cevap kâğıtlarını kurşun kalem ile doldurulduktan sonra çıkan bir dedikodu ile sınav kâğıtlarının değiştirildiği konuşulmaya başlamış ve yönetim bundan sonra yapılacak bütün sınavların artık tükenmez kalem ile yapılması gerektiği yönünde bir karar almış. Yani en ufak güven sarsıcı bir olay daha sonra yaşamı inanılmaz bir şekilde etkileyebiliyor.
Sınav Stresi konusunda sormuş olduğunuz soruya gelirsek; bir genç on altı, on yedi sene boyunca çalışmış bir genç geleceği ile alakalı en önemli kararı iki saatlik veya üç saatlik bir sınav ile belirliyor. Bu da öğrencilerde elbette ki bir sınav stresine sebep vermektedir. Biz de bunun için eş değer sınav sistemine geçme kararı alıp öğrencinin üzerindeki sınav stresini azaltmak gibi çalışmalara önem verdik. Yılda bir sınav yerine bir den fazla sınav ile hem stresi azaltan hem de başarı seviyesini yükseltebilecek bir şekle kavuşması gerektiğini düşünüyorum. Bizim özellikle düşündüğümüz öğrenci Mart’ta, Nisan’da, Haziran’da, Eylül’de sınava girsin ve sonrasında içlerinden hangisinin puanı yüksek ise buna göre bir üniversiteye yerleşmesini istedik, yalnız bu farklı yorumlandı.
Sınavların merkezi bir şekilde yapılmasını ve tek bir kurum tarafından yapılması gerektiğini düşünüyorum. Eğer birden fazla kurum olursa, bu, toplumun güvenini sarsacak bir şey olarak gün yüzüne çıkmaktadır. Örnek olarak verirsek, bizim ÖSYM olarak yapmış olduğumuz yabancı dil sınavından 70 alamayan öğrenciler daha sonra Sağlık Bakanlığı’nın Ankara Üniversitesi’nde düzenlemiş olduğu TIP-DİL sınavında 70-80 aldılar. Daha sonrasında aynı şeyi YÖK'te YÖK-DİL sınavı olarak gerçekleştirdi.
Son sorunuza gelirsek; sunumda en başta söylediğim yere dönmek istiyorum. Ölçmek değer vermektir. Sınavsız olarak bir öğrenciyi meslek lisesinden meslek yüksekokuluna aldığınızda aslında başka bir şey yapıyorsunuz. O öğrencinin içindeki ders çalışma isteğini, öğrenme isteğini, sınava hazırlanma durumunu elinden alıyorsunuz. Ben bunun kaldırılması taraftarı olanlardan biriyim. Çünkü geçici bir çözüm olarak kat sayı problemini aşmak için yapılmış bir uygulamaydı ve o dönem bittikten sonra bunun yeniden kullanılmasının pek bir anlamı kalmadı.
Teşekkür ediyorum.
SEKAM