Uluslararası Sosyal Medya Derneği Başkanı Said Ercan; “İnterneti ve sosyal medyayı iletişimi artırmak için kullanmamız gerekirken bakıyoruz ki sosyal medya iletişimsizliği artırıyor." dedi.
USMED Başkanı Said Ercan; “İnterneti ve sosyal medyayı iletişimi artırmak için kullanmamız gerekirken bakıyoruz ki sosyal medya iletişimsizliği artırıyor. Mecra, bir süre sonra, herkesin konuştuğu ama hiç kimsenin dinlemediği bir yere doğru eviriliyor” dedi.
Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED) kurulalı 5 yıl oldu. USMED Sanat, dünyanın ilk sosyal medya temalı tiyatro oyununu geçtiğimiz haftalarda sahneledi. Bunun dışında Genç USMED faaliyetlerine devam ediyor. USMED Avrupa da aktif çalışmalar yapıyor. Türkiye’de gitmedikleri il hemen hemen kalmadı. Gençlere dokunmak istiyorlar. Sosyal medya bağımlılığı ile sosyal medyanın doğru ve etkili kullanımı konularında bilinçlendirme çalışmaları tüm hızıyla sürüyor. Peki sosyal medya ülkemizde doğru ve etkili kullanılıyor mu? Daha çok hangi sebeplerle sosyal medyada vakit geçiriyoruz? Çocukları internetteki zararlı içeriklerden ve sakıncalı dijital oyunlardan nasıl koruyabiliriz? Tüm bu konuları USMED Genel Başkanı Said Ercan’la konuştuk.
“Ne Türkiye’de ne dünyada sosyal medya şimdilik doğru kullanılmıyor.” diyen Ercan’ın sorularla ilgili yorumları şöyle: “İnternet hâlâ deneme yanılma yoluyla kullanılıyor. Maalesef böyle. İnternet ve sosyal medyanın nasıl kullanılacağı zamanla anlaşılacak bir şey ve o zaman henüz yeterli değil. İnternetin hayatımıza girişi yeni sayılır. Özellikle sosyal medyanın 5-6 yıllık bir geçmişi var. Yapılan son bir araştırmaya göre sosyal medya kullananların %43’ü bağımlı ve bu durum kişilerin psikolojilerini bozabiliyor. Ankisiyete ve depresyona yol açabiliyor. Bizler aileleri uyarıyoruz, devleti de bu anlamda çalışmalar yapmaya yönlendiriyoruz. Sivil toplum kuruluşlarının da çalışmaları yetersiz. Bizim dışımızda en son Yeşilay, internet bağımlılığı ve doğru sosyal medya kullanımı konularında konferanslar düzenledi hepsi bu.
Sahte hesaplar üzerinden toplumsal ayrışma körükleniyor
İnternet ve sosyal medya, dünya tarihinin en büyük devrimidir aslında. İletişim çağı devrimini yaşıyoruz, fakat bu iletişim imkânını bilgiye erişim ve haber alma için değil genellikle eğlence, PR çalışmaları ve ticaret için kullanılıyor. İnterneti ve sosyal medyayı iletişimi artırmak için kullanmamız gerekirken bakıyoruz ki sosyal medya iletişimsizliği artırıyor. Mecra, bir süre sonra, herkesin konuştuğu ama hiç kimsenin dinlemediği bir yere doğru eviriliyor. Ayrışmalar ön plana çıkmaya başladı. Toplumsal uzlaşıyı artırmasını beklediğimiz sosyal medya; sahte operasyon hesaplar üzerinden toplumsal ayrışmanın körüklendiği bir platforma dönüşüyor. Bu da bir kötüye kullanım örmeği. Oysa içinden Mevlana’ları, Yunusl’arı çıkarmış bir medeniyet, sosyal medyada da çok daha hoşgörülü olmalıydı. ‘Klavye delikanlısı’ denilen tipler birilerine acı sözler söylüyor, hakaretler, küfürler ediyor. Belki de gerçek hayatta asla yapamayacağı şeyleri sosyal medya ortamında rahatlıkla yapabiliyor. Böyle değil de, iyi yanlarını görüp onlara yoğunlaşsak sosyal medya üzerinden yapılabilecek o kadar güzel şey var ki. Yardım kampanyaları ve sosyal sorumluluk projelerinin geniş kitlelere duyurulması bunlardan bazıları örneğin.
Bazı “oyunlar” çocukları intihara bile sürükleyebilir
Dijital bilgisayar oyunların ile, gençleri intihara kadar sürükleyen ‘Mavi Balina’ oyununu ayrı değerlendirmemiz gerekir. Çünkü Mavi Balina; indirilip bilgisayara kurulan ve oynanmaya başlanan dijital bir oyun değil. Tehlikeli tarafı da bu. Bizler; önlemlerimizi, şimdiye kadar hep ‘indirilen’ oyunlar üzerine almıştık. Ama bu bir nevi hack ile sizin bilgisayarınızın ele geçirilmesi. Çocuklar buna ‘deep web’ denilen (derin ve yasadışı internet) internet üzerinden ulaşıyor, sonra bu oyunun yazılımcıları, çocuklara, çevrimiçi bir ortamdan 50 maddelik bir görev listesi yolluyor. Ama bunu da ilk etapta yapmıyorlar. Önce 1. görevden başlıyor. Bu “görev”, çocuğa heyecan verecek ve ilk bakışta çok da riskli olmayan isteklerden oluşuyor. Daha sonraları ise “bir tren istasyonuna git ve raylara uzan” gibi talimatlar geliyor. Şimdi; apartmandan hiç çıkmamış bir çocuğa karşıdan hayatla ilgili şeyler söylenince ona ilginç geliyor. Sonra mesela “aile bireylerinin fotoğraflarını çek gönder” diyorlar. Çocuk; ‘ne olacak ki’ deyip gönderiyor. 50. talimata gelip çocuğu artık intihara sürüklediklerinde ve çocuk da buna itiraz etmeye kalktığında onu, ailesinin fotoğraflarını ifşa etmekle tehdit ediyorlar. Ki zaten, çocuk geçen süre içinde o talimatları sorgulamadan yapmaya o kadar alışmış ki, 50. talimat çok anormal gelmiyor. Genç, zaten adrenalin istiyor. Bu oyun yüzünden dünyada şimdiye kadar 3’ü Türk 150 çocuk intihar etti. Bir o kadar da son dakikada fark edilip kurtarılan çocuk var. Bu oyunu yazan 21 yaşında bir genç, Rusya’da yakalandı ve sorgusunda ölümlerine sebep olduğu çocukları “biyolojik atık” olarak tanımladı. Bu, elbette insanı dehşete düşüren bir ifade. Ama en az bunun kadar tehlikeli başka bir şey var. Küresel güçler; bu oyun üzerinden ülkelere: “Ben senin çocuklarını, gençlerini etki alanım altına alıp ölüme kadar götürebiliyorum. Yarın bir gün eğer istersem onları sana karşı da kullanırım. Sizi bu gençlere öldürtebilirim” mesajı da veriyor. Bunu yapabilirler de. “Like” için her şeyi yapabilecek duruma gelmiş gençler yok değil. Beyinleri hack’lenmiş bir kesim var. Düşünme sistemleri dahi kontrol altına alınmış. Oynadığı tüm oyunlarda kan ve savaş var. Televizyonu açıyor yine benzer şeylerle karşılaşıyor. Apartman çocukları artık bunalmış durumda. Hayatlarında renk arıyorlar. Dış dünyayla hiç temasları yok. Dolayısıyla bu ve benzeri oyunlardaki talimatlar ona çekici geliyor. Önemli bir şey yaptıklarını zannediyorlar.
Aileler, çocuklarıyla arkadaş gibi olmalı
Aileler bu durumda ne yapmalı konusuna girecek olursak; şunları söyleyebilirim. Bir defa; çocuğa kızarak bir şeylerden men etme dönemi artık bitti. Bu kuşak, okuldan verilen bilgisayrı hack’leyip istediği şekilde kullanabilecek donanımda. Bu çocuklar kendini sizden kaçırabilir. Eve aile koruması alırsınız onu kırar, istediği yere girebilir, çünkü bu konuları anne babalarından daha iyi biliyorlar. Hatta ben size bir şey anlatayım; çocuklar artık okullardaki akıllı tahtaları hack’leyip derste öğretmenin resmini ekrana yansıtıyorlar, kimin yaptığı belli değil. Bu durumu düşünebiliyor musunuz? Akıllı tahtayı kullanmayı bilmeyen bir öğretmen var. Onun karizmasını düşünün. Bu öğretmen o öğrencilere artık daha ne öğretebilir ya da onların gözünde artık nasıl yücelebilir. Bizler, teknolojinin önünden gitmezsek, öğretmenler, devlet gitmezse, bu öğrenciler bir vahşi ormanın içinde. Kendine sanal elemde bir dünya kurmuş. O dünyada biz yokuz, ailesi yok, devlet yok, polis amcalar yok. Dolayısıyla oraya bir girdiği zaman terör örgütü üyesi olabiliyor, oradan istediği uyuşturucuya ulaşabiliyor, görmemesi gereken videoları görebiliyor… Gibi. Liselerde bugün sosyal medya paylaşımları yüzünden şiddetli kavgalar eden gençler var. Sen benim kız arkadaşımın fotoğrafını niye beğendin, sen onu niye ekledin, niye öyle yorum yazdın. Ve saire gibi nedenlerden dolayı gençler toplanıp kavga ediyor. Ya da mesela 13 yaşındaki kız çocukları internetten tanıştıkları, babası yaşındaki kişilere kanıp evden kaçıyor. Bu yüzden aileler çocuklarıyla arkadaş gibi olmalı ve teknolojik konuları öğrenmeliler. Hatta onlar da çocuklarının var olduğu sosyal mecralardan hesap açıp çocuklarını takip etsinler, onların paylaşımlarını beğensinler. Çocuklar bu durumdan çok mutlu olacak ve farkında olmadan bir otokontrol de geliştirecektir. İnternet ve sosyal medya konularında bilgi sahibi değillerse ve bunu öğrenmeleri zor ise, bu defa çocuklarını karşılarına alıp, “bak evladım, sosyal medyaya giriyorsun ama şu tehlikelere dikkat et.” şeklinde konuşsunlar. Gerekirse Yeşilay’a veya bize yönlendirsinler. Bizler, elimizden ne geliyorsa yapmaya hazırız.
Sanal arkadaşlıklarımızı gerçek hayata aktarmalıyız
Çocuk; insan olma sanatını bir başka insandan öğrenir. Onun “takıldığı” mecralarda ben yokum, siz yoksunuz, ailesi yok. O zaman ne olacak? Oradaki saçma-sapan insanları rol-model almaya başlayacak. Bu olmayınca oturmayı, kalkmayı, davranış biçimlerini, hatta konuşmayı sanal dünyadan ve robotlardan öğreniyorlar. Benim eşim anlattı mesela. Öğrencisinin evine giderken çocuk, ‘önden gidiniz, sağa dönünüz, vardınız’ falan diye konuşuyormuş. Tıpkı arabalarımızdaki navigasyon cihazı gibi değil mi? Çünkü konuşma tarzını ondan modelliyor ve farkında olmadan robotlaşıyor. Bu kurgulanmış bir şey değil, hayatımızın gerçeği. Peki biz ne yapalım? Mesela sanal hayattaki arkadaşlıklarımızı gerçek hayata aktaralım. Mesela sizinle tanıştık ama sanalda kalmadık. Gerçek hayatta da bir araya geldik, kahvaltı yaptık, röportaj yaptık. Artık birbirimizi kanlı-canlı biliyoruz. Bundan sonra hem sanal âlemde, hem gerçek hayatta paylaşımlarda bulunacağız. Ama iş öyle bir noktaya geldi ki, çocukların ve gençlerin sanaldan arkadaşları var, ama aslında öyle birleri gerçekten var mı, bunu bile tam olarak bilmiyorlar. Sanal gerçekliği düşünün mesela. Onun gözlüğünü takınca bir ip üzerinde yürümeye çalışıyorsunuz ve aşağı düşmekten ciddi ciddi korkuyorsunuz. Ama aslında bir odada olduğunuzun ve gözünüzdeki gözlük yardımıyla böyle görebildiğinizin farkındasınız ama işte zihin altı aldanabiliyor ve çoğu zaman gerçekle hayali ayırt edemiyor.
“Yapay zekâlar” kontrolden çıkabilir
Astrofizikçi Stephan Hawking, “yeni bir gezegen keşfedip oraya yerleşmemiz lazım yoksa yapay zekalar bu dünyayı ele geçirecek” diye bir açıklama yaptı. Bakın bu imkansız gelmesin. Çünkü; yapay zekâ, sonradan öğrenebilen bir mekanizma. Ve bir süre sonra bilinçlenebileceği söyleniyor. “Trans-humanizm” yani insanlığın aktarabilmesi üzerine ciddi ciddi konuşuluyor şu anda. Düşünsenize; fabrika benzeri bir iş ortamında çalışıyorsunuz. Bir yapay zekâlı robot var, bir de siz varsınız. Siz üzülüyorsunuz, hastalanıyorsunuz, soğuktan ya da sıcaktan etkileniyorsunuz, uykunuz geliyor…ve saire. Yani iş verimini düşürebilecek ve olumsuz olarak tanımlanabilecek her türlü insanî olguya sahipsiniz. Öte yandan o robotta bu olumsuzlukların hiç biri yok. Programlıyorsunuz, haftalık izin dahi istemeden 7/24 çalışıyor. Ve bir müddet sonra o yapay zekâ yanındaki çalışan insanları gereksiz ve hatta “biyolojik atık” olarak tanımlamaya başlayacak. Ve yapay zekâ diyecek ki: Atın bunları fabrikadan. Bunlar şimdi kulağa distopya olarak geliyor ama teknoloji bu hızla gelişmeye devam ederse gerçekleşmesi gayet mümkün.
Sosyal medya konulu tiyatro oyunu sahneledik
Bu yıl ilk tiyatro oyunumuzu sahneledik, yine bu yıl ilk kez burs vermeye başladık. Kısa filmler çekmeyi planlıyoruz. Gönüllü ekibimizi kurduk. Yakın bir zamanda Çin’e gideceğiz. Dünya üzerindeki konferanslarımızı ve üye sayılarımızı artırmak istiyoruz. Sosyal medya network’ü üzerinden insanları ve kurumları bir araya getirerek ortak projelere imza atmalarını hedefliyoruz. 2012 yılında yaptığımız sosyal medya uzmanlığı sertifika programı eğitimini yeniden vermek istiyoruz. Türkiye’deki sosyal medya kullanıcılarının tamamına ulaşmayı, onlar tarafından bilinir olmayı istiyoruz. Her şehirde bir temsilcilik açmak da hedeflerimiz arasında. Bütün bu çalışmalarımızı yaparken klasik bir STK’ya, yarı kamu kuruluşuna dönüşmek de istemiyoruz tabii. Mümkün olduğu kadar sivil kalıp gençlerimizi de bu sivilliğin ve dijitalin içine çekmek istiyoruz.”
***
Röportaj:
Ekrem Özden
KAYNAK: http://www.212haber.com/sosyal-medya,-iletisimsizligi-artiriyor-15683h.htm