Doç. Dr. Şafak Nakajima
80lerin sonundan itibaren doğan çocukların hemen hepsi birer prens ya da prenses.2000'lerde durum daha vahim!!
Ve onlar şimdilerde çok zor durumda…
Çocukluk yıllarında bir dedikleri iki edilmeyen, imkânlar zorlanarak tüm istekleri gerçekleştirilen, evde en küçük bir sorumluluk verilmeden büyütülen, kendilerine arkadaş gibi davranmaya çalışan ebeveynlerini, her an estirebilecekleri terörle hazırolda bekleten gençler onlar.
Kendilerine, ‘Prensim,’ ’Prensesim,' ‘Paşam’ diye hitap edilmiş hep…
Aileleri tarafından soylu ilan edilen bu gençler; gerçek birer prens ve prenses olduklarına inandırılmışlar.
Dünyanın hep istedikleri gibi döneceğini sanmışlar!
Anne-babalarının gerçekleşmemiş düşlerini hayata geçirebilmek için o kurstan bu kursa koşturulurlarken, aslında ne müziğin ne de sporun tadına varabilmişler.
Sanatsal derinlikleri çok az.
Estetik kaygıları, nasıl göründükleriyle sınırlı çoğunun.
Dikkatleri dağınık, iç disiplinleri neredeyse hiç yok.
Bilgisayar ve telefon teknolojisinin gelişimiyle doğru orantılı olarak, iletişim ve ilişki kurma becerileri zayıf...
Sıklıkla yaşadıkları toplumun sorunlarına duyarsızlar!
Eğitim-meslek seçimleri ve çalışma yaşamından beklentileri, kısa yoldan para kazanmaya dayalı büyük çoğunluğunun.
Yaşları yirmilere yaklaştığında ve okul bittiğindeyse, kötü bir kâbusla uyanıyorlar!
Vahşi kapitalist ekonomik model, onların feodal unvanlarını tanımıyor!
Mezun olur olmaz iyi maaşlarla üst düzey yönetici olmayı hayal ederken, zorlukla buldukları işler için, ailelerinin bir ayda kendileri için harcadığı paranın yarısı bile olmayan maaşlar teklif edildiğinde ilk şoku yaşıyorlar!
Sıkıcı bir iş için düşük bir ücret karşılığı tüm zamanlarını isteyen işyerleri, nazlarını çekmeyen şefler-patronlar, en acımasız dedikodularla ruhlarını paralayan iş arkadaşları, prens ve prenses unvanlarının hayatta hiç bir karşılığı olmadığı gerçeğini en acı biçimde yüzlerine vuruyor.
Ebeveynlerinin onları her tür sorundan kurtarmasına öyle alışıklar ki, zorluklarla başa çıkacak iç donanımları çoğunda hiç gelişmemiş.
Düş kırıklığı ve anlam boşluğunun kaçınılmaz sonucu olarak kaygılı ve mutsuzlar.
Şimdiden, antidepresan kullanıyor bazıları…
Endişeli ve depresif ruh hallerinin çözümünde doğal tedaviler için başvurduklarında, sorunun bir hastalık değil, benlik ve yaşam algısı sorunu olduğunu söylediğimde çok şaşırıyorlar.
Hayatın değil, kendilerinin değişmesi gerekiyor!
Hayat ancak, kendileri değişirse değişebilir çünkü!
Emekle, sabırla ve zamanla…
Elbette yalnızca bu gençler değil değişmesi gereken; tüketim kültürünün egemen olduğu bir dünyada, mutluluğun ‘’sahip olmak’’ olduğunu sanan aileler de değişmeli, hem de öncelikle!
En büyük mutlulukların öğrenmekle, gelişmekle, kurulan içten ve derin ilişkilerle, emekle yaratılan eserlerle yaşanabileceğini, amaçsız bir yaşamın, iyi bir yaşam olmayacağını kavrayarak, kendileri de örnek hale gelerek gerçekleştirmeliler bu değişimi.
İşte ancak o zaman, tacı zorla elinden alınan sahte prens ve prensesler değil, dünyayı iyi bir yer yapma konusunda sorumlu ve bilinçli, asil ruhlu gençler yetiştirebilirler!