Sekam
Henüz vakit varken...
Mail Adresiniz :
Şifreniz :
Mail Adresiniz : Şifreniz : Şifre Tekrar : Adınız Soyadınız : Telefon No ( isteğe bağlı) :
Cinsiyetsizleştirme Operasyonu ve <br>Şeytan Mantığı

Cinsiyetsizleştirme Operasyonu ve
Şeytan Mantığı

HATİCE BEYZA ÖZTÜRK - Genç Öncüler Dergisi - Şubat 2019

Bu sayı için niyetim 28 Şubat’tan günümüze değin halen hapishanelerde olan, o dönemin insanlık dışı yargılamaları ile bir başına bırakılmış büyüklerimizin hayatlarına dikkat çekebilmekti… Fakat içinde bulunduğumuz şu günlerde dehşet verici büyük bir fitne ve toplum mühendisliği çalışmalarına maruz kaldığımızı görünce daha öncelikli ve acil olarak gördüğüm LGBTİ rezaleti ve toplumsal cinsiyet eşitliği aldatmacasına değinmek zorunda hissettim.

28 Şubat’ın tüm “hakiki” mücahitlerinin affına sığınarak…

Milli Eğitim Bakanı, göreve başlamasının üzerinden henüz birkaç ay geçtikten sonra hayallerinin projesi için düğmeye bastı. ETCEP. Yani “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi”… Hayır, oysa ki eğitimin daha köklü problemleri vardı, bu konu ve bu hız nedendi? Pilot okullarda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği dersleri verilmiş ve olumlu neticeler elde edilmişti. Her şey yolunda gibiydi, kadına şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi diyorlardı çünkü. Minareyi çalmak için güzel bir kılıf uydurulmuştu. Peki, bu toplumsal cinsiyet eşitliği nedir, ne değildir? 2016’dan bu yana bu konuda çalışmalar yapan biri olarak derli toplu anlatmaya çalışacağım. Fakat her şeyden önce belirtmek gerekir ki toplumun her kademesinde fert fert, topyekûn bu çetrefilli konular hakkında bilinçlenmek ve ortak bir tavır göstermek durumundayız. Zira durum çok ciddi!

Her şey 2011’de İstanbul’da Avrupa Konseyi tarafından imzaya açılan bir sözleşme ile başladı. Kadına şiddet, kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi, sözde namus, cinsiyet eşitliği, cinsiyet ayrımcılığı… Sözleşmenin can alıcı konu başlıkları… Henüz o zamanlar pek çok gelişmiş ülkenin bile imzalamaktan imtina ettiği bu sözleşmeyi ilk onaylayan ülkenin Türkiye olduğunu şuracığa bırakarak işin esasına girelim. İstanbul Sözleşmesi’ne göre toplumsal cinsiyet: “Belirli bir toplumun kadınlar ve erkekler için uygun gördüğü sosyal olarak inşa edilen/kurgulanan roller, davranışlar, etkinlikler ve yaklaşımlar anlamına gelir.” Yine aynı sözleşmenin 12. maddesi şu hususları ihtiva etmekte: “Taraflar, kadın ve erkek için kalıp rollere dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır. Taraflar kültür, gelenek, görenek, din ya da sözde ‘namusun’ işbu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için gerekçe oluşturmamasını sağlar.” Lütfen yanlış anlaşılmasın, ben demiyorum; Avrupa Birliği’ne uyum, entegrasyon diye diye toplumumuza dayatılan bir sözleşme diyor. Asıl yazma sebebim olan ETCEP’in dayanak noktası maddeye bakalım: “Toplumsal Cinsiyet Hakkı gibi konulara ilişkin materyalleri öğretim müfredatına ve eğitimin her seviyesine eklemek için gerekli adımları atmaktan devlet sorumludur.” Buyur buradan yak.

Günümüz feministleri ve literatür, toplumsal cinsiyeti ve biyolojik cinsiyeti bir ayrıma tabi tutar. Cinsiyet (sex), kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılığı ifade ederken toplumsal cinsiyet (gender) ise, kadın ve erkeğe toplumun yüklediği anlamı ve rolleri ihtiva ettiğini söyler. Hepimiz tanımlara ve sözleşmeye aşina olduğumuza göre durumun vahametini ortaya koyabiliriz. Öncelikle Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ne değinelim.

“Avrupa Birliği ve Türkiye tarafından ortaklaşa finanse edilen ve Millî Eğitim Bakanlığı koordinasyonunda yürütülen proje, 19 Eylül 2014 tarihinden itibaren 24 aylık bir proje olarak uygulanmaya başlamıştır. ETCEP, eğitimde tüm akademik ve idari kadroların toplumsal cinsiyete duyarlı bir bakış açısı kazanmasını, okullarda kız ve erkek öğrenciler için toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını ve veliler arasında toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına ilişkin farkındalık yaratmayı öngörmesi açısından ülkemizde bu alandaki ilk uygulama örneğini oluşturur.” Sitelerinde projeyi böyle anlatmışlar. İlk bakışta güzel bir şeymiş gibi görünüyor ve kimse üzerinde dahi durmaya gerek görmüyor. İşte İstanbul Sözleşmesi’nin ulusal düzeye yansımış düzenlemelerinden biri olan bu proje ile sistematik bir ifsat çalışmasının ilk ve en önemli adını atılmış oldu. Anaokulundan liseye tüm müfredat toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı hale dönüştürülecekti. Artık o eski ilkokul fişlerinde olduğu gibi Ayşe eve gitmeyecek, okula koşan sadece Kaya olmayacaktı. Pınar asla ip alıp çorap örmek zorunda değildi. Okulda çocuklara ‘kızım, oğlum’ diye seslenilmeyecek, yaş gözetilmeksizin her küçük ve genç kıza kadın denilecekti. Belki de cinsel yönelimler gündemimize sokularak meşrulaştırılacaktı. Güler misin ağlar mısın arkadaş? Kadına karşı şiddet kılıfıyla insanları güzel bir şey olduğuna inandırdığınız toplumsal cinsiyet zırvası ile kadın erkek fıtratını iç içe geçirmek istediğinizin farkındayız. Son kertede ise radikal feminist söylemlerden referans bulan toplumsal cinsiyet algısı ile toplumumuz, kadına yapılan ayrımcılıklarla mücadele edildiğine sevinecekti ama asla hakiki niyeti ve olanı göremeyecekti. Arzulanan buydu ama mevzuya uyandık elhamdülillah.Yani umarım…

ETCEP’in sosyal medyada bizim gibi düşünenler tarafından ağır eleştiri alması ile MEB bizleri tatmin etmeyen bir açıklama yaptı bu projeyi gündemlerinden çıkardıklarını belirtti. Bu açıklamaya peşinen asla güvenmediğimizi ve konunun takipçisi olacağımızı şiddetle belirterek soruyorum: Toplumsal cinsiyetle ilgili Meclis’te kurulan komisyonları da kapatacak mısınız? Ya da bazı üniversitelerde uygulanmaya başlanan cinsiyetsiz tuvalet uygulamalarına da son verecek misiniz? Çok değerli YÖK, üniversitelerde bir bir açılan LGBTİ topluluklarına ne zaman müdahale edecek? Haberdar mısınız sayın devlet yetkilileri; barolarda başgösteren LGBTİ hak ihlalleri merkezlerinden?

Adım adım büyük bir cinsiyetsizleştirme operasyonu ile karşı karşıyayız. Cinsiyet ayrımcılığına açıkça savaş açtığını söyleyen İstanbul Sözleşmesi ile LGBTİ mensuplarının hak arama yolları yasal olarak ne yazık ki açılmakta, belki de açıldı bile. Dünyadaki bazı ülkelerde oluşturulan yasal düzenlemelerle eşcinsel bireylere karşı yöneltilen tavır ve söylemler de bir koruma mekanizması olarak nefret suçu kapsamına dâhil edildi.Yani eşcinsel bireyler de parlamenterlerinki gibi bir dokunulmazlık zırhı zırhlandırılmış oldu. LGBTİ dünyada hızla yayılan bir akım olarak oluşturduğu rüzgâr ile ülkemize kadar gelmiş bulunmakta… Nitekim Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın bir toplu iş sözleşmesinde LGBTİ bireylerin de erkeklerle aynı fırsatlara sahip olması için pozitif bir ayrımcılığa tabi tutulması gerektiğinin belirtildiğini gördük. Yine geçtiğimiz haftalarda Ankara ve İstanbul Barolarında sessiz sedasız, Müslüman avukatları ürkütmeden, LGBTİ hak ihlalleri merkezlerinin kurulduğunu öğrendik. İşte yaklaşıyor yaklaşmakta olan… Toplumsal cinsiyet eşitliği diye diye kadının kadın; erkeğin erkek gibi davranması engellenmeye ve İslam öğretileri ile donatılmış insan fıtratı yerle yeksan edilmeye çalışılmakta. Ne olur uyanalım. Cinsiyet hiçbir zaman tercih edilecek bir şey olmamıştır, olamaz da. Cinsiyet bir rol değil yaratılışın ta kendisidir. Nesil emniyeti ellerimizin arasından kayıp gidiyor sevgili dostum farkında mıyız? Her yıl LGBTİ faaliyetlerine milyon dolarlar akıtılarak büyük bir gaye için bu insanların ve kuruluşlarının fonlandığından haberdar mıyız? Veya sözde Müslüman düşüncelerle kurulmuş kadın derneklerinin bu yıkıma çanak tuttuğunu görebiliyor muyuz?

Türk toplumu evvela böyle düzenlemelere yasal ortamda müsaade etmez. Fakat bunu bilen içimizdeki Amsterdam zihniyetli birtakım yetkili kişi, kurum ve STK’lar uygulamalarında bu düzenlemelere yer vererek toplumsal düzeyde alıştırma ve normalleştirmeye çalışarak ileriki zamanlarda yapacakları yasal düzenlemelere uygun zemin hazırlamaktadırlar. Ne yazık ki ana akım medyamız bu gelişmelerin hiçbirini haber değeri olarak görmeyip ekranlarına, ana haber bültenlerine taşımamaktadır. Ülkenin bitki örtüsü şuanda “Başımızda Müslümanlar var, aman ağzımızın tadı kaçmasın, aman eleştirip dik başlı görünmeyeyim!” diyen tiplerden oluşuyor. Hal böyle olunca yazmak, çevremize duyurmak boynumuzun borcu olmuştur, nitekim hak ve hakikatlere karşı kör, sağır ve dilsiz olanlardan beriyiz.

Şeytan mantığı… Şeytan, kendisinin ateşten; Hz. Âdem’in ise topraktan yaratıldığı gerekçesiyle secde etmek istemedi. Doğruydu da… O ateşten, Hz. Âdem topraktan yaratılmıştı. Yanlış olan kibre kapılması, bunu bir üstünlük olarak görmesiydi. İşte şeytan mantığı budur. Bir doğrunun arkasına bir batılı zerk etmektir. Şeytan, biz insanlara da mantığını zerk etti. Bir doğru ortaya koyarken arkasına bir batıl yerleştirdi insan, insan ifsat etti… Kadına karşı şiddetin önlenmesi de büyük bir doğruydu, ardına ise ailenin ve kadın-erkek fıtratının enkaz projesi gizlendi. Şeytan mantığı ile batıl usul usul koynumuza sokulurken, biz madalyonun sadece bir yüzünü görebildik. Batıla karşı kör olduk. İşte böyle arkadaşım… Artık yıldık, tükendik alıştırılmaktan… Ne olur bizi alıştırmayın! Adım adım yapmayın, ne yapacaksanız bir avazda yapın ki hanginizin ne olduğunu görelim, oyunun neresindeyiz bilelim. Ama ne olur bizi bir şeylere alıştırmayın. Asıl tehlike alışmakla başlıyor. Lut kavmi ve daha nice helak edilen kavimlerin helak olma sebeplerinin hepsini idrak ettiğimiz/yaşadığımız bir garip ahir zamandayız. Adım adım bu zehir kanımıza girerken sevgili Genç Öncüler okuyucusu, Allah’ın boyası ile boyanmak durumundayız. Şifa onda, varlık onda…