Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-5
“BİLEŞENLERİ BİLİNMEYEN YABANCI KAYNAKLI AŞILARA KARŞI ÇIKMAK AŞIYA KARŞI OLMAK DEMEK DEĞİLDİR!”
Türkiye’deki aşı çalışmalarının bir çatı altında toplanması gerekir. Bunun için Devlet bünyesinde özel bir merkez kurulmalıdır. Bu merkezde görev alan bilim insanları özel olarak korunmalıdır. ASELSAN’da bilgisayar mühendislerinin öldürülmesi göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de yerli aşı üretimi için seferberlik ilan edilmelidir. Türkiye’de yerli aşı, insanlık için daha güvenli olacağından, sadece Türkiye için değil öncelikle İslâm dünyası, sonra da mazlum milletler için çok ciddi tercih nedeni olabilecektir. Çünkü yaşanan süreç 3. Dünya Savaşı’nın biyolojik savaş boyutudur.
Prof. Dr. Burhanettin CAN – Umran Dergisi Ekim/2021- 326. Sayı
Filozof Sun-Tzu Savaş Sanatı adlı klasik kitabında “Düşmanı ve kendinizi iyi biliyorsanız, yüzlerce savaşa bile girseniz sonuçtan emin olabilirsiniz. Kendinizi bilip, düşmanı bilmiyorsanız, kazanacağınız her zafere karşın yenilgiyle de tanışabilirsiniz. Ne kendinizi ne de düşmanı biliyorsanız, sizin için gireceğiniz her savaşta yenilgi kaçınılmazdır.”[1] demektedir. Bu ifadenin koronavirüs salgını ile birlikte dünyanın her tarafında aynı anda başlatılan, çok ciddi ve merkezî psikolojik harekâtın ürünü olan psikolojik kampanyayı anlamak için bir başlangıç teşkil ettiği son derece açıktır. Çünkü bir merkezden düğmeye basılmış, tüm psikolojik harekât ajanları, uyuyan hücreler harekete geçmiştir. Yürütülen psikolojik harekât, salgının tahribatından daha büyük bir tahribat yapmaktadır. Sular durulduğunda psikolojik harekâtın tahribatı daha iyi fark edilip anlaşılacaktır. Bu denli yoğun psikolojik harekât, arka planda bir şeylerin planlanıp yürürlüğe sokulmak istendiğinin çok önemli bir göstergesidir. Koronavirüs salgını sürecinde üretilen yabancı aşılar, “küresel hâkimiyet projesinin”, “tek dünya hükûmeti”, “tek dünya devleti”, “tek din”, “tek para-tek banka”, “tek hukuk”, “tek güvenlik sistemi (ordu-polis)”, “iki sınıf” ve “küresel dijital dünya düzeni”, “yeni dünya düzeni”, “dünya nüfusunun 500 milyona indirilmesi projesi” ve “büyük sıfırlama stratejisi” kapsamında ele alınıp değerlendirilmelidir.
Bu çerçevedeki gelişmeler duygusallıktan uzak ve gerçekçi bir şekilde tahlil edilmelidir. Yıllardır duygusal tepki verip kaybeden bir coğrafyanın mensuplarıyız. Amacımız, duygusallıktan kurtulup yaşadığımız durumu, objektif şekilde ortaya koyabilmek ve kendimizi aldatmamaktır. Bu amaçla okuduğunuz yazıda aşıların lehindeki ve aleyhindeki görüşlerine yer verilmektedir. Gayemiz bir başkasının satranç tahtasında piyon olmak yerine oyun kurmak, oyun kurucu olmaktır. O nedenle gerçekçi olmak, büyük davanın öncü ve önder kadroları için vazgeçilmez, olmazsa olmaz bir ilke ve düsturdur. Dolayısıyla 4 T formülü asla unutulmamalıdır: Doğru tespit, doğru teşhis, doğru tedavi, doğru tedbir.
Genelde tüm dünyada özelde Türkiye’de salgına karşı kullanılacak aşılara, aşıların muhtevasına karşı ciddi bir tepki vardır ve her geçen gün de yaygınlaşmaktadır. Özellikle virüsün sürekli mutasyona uğraması salgınla ilgili yeni varyantların ortaya çıkması, yapılmış/mevcut aşıların ıskartaya çıkması, yapılan aşıların yan etkilerinin meydana gelmesi, aşılananların tekrar korona olması kafaların çok daha fazla karışmasına, insanları korkuya, paniğe ve ümitsizliğe sevk etmektedir. Bu gidişat, yönetimlerle halk arasındaki ilişkilerin gerilmesine, gayrimemnunların sayısının her geçen gün daha da artmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum küresel diktatörlük sistemini kurmak isteyenlerin işini kolaylaştırmaktadır. Bu yazıda, Kovid-19 salgını için ithal edilen aşılar ele alınıp değerlendirilecek, yerli ve millî bir aşı sistemi kurmanın önemine dikkat çekilecektir.[2]
Dünya Nüfusunun “500 Milyon” Civarında Olmasını İsteyenler
Siyonist zümrenin/küresel sermayecilerin son yıllarda “seçkinler” “insanüstü ırk” edebiyatı ve “dünya nüfusunun fazlalığı”, “atıklar sorunu”, “gereksizler”, “robotların hayatın her alanına girdiği ve girmesi gerektiği” tarzında yoğun psikolojik harekât yapması, “Tanrının krallığının” ilan edilmesi için şartların olgunlaştığına inanmalarındandır. Koronavirüs salgını ile ilan etmek istedikleri “küresel dünya hükûmetine” ABD Başkanı Trump’ın ve onu destekleyen kesimin yaklaşmaması, yüz vermemesi ile ABD’de bir iç kavganın başlatılması, dünya nüfusunu azaltmak için öngördükleri tüm dünya nüfusunun aşılanması stratejinin uygulanamaması tehlikesinden dolayıdır.
İsrailli Siyonist Yuval Noah Harari başta olmak üzere bazı yazar ve akademisyenlerin makalelerinde ve kitaplarında, Siyonist amentünün 2.,3.,4. varsayımlarına uygun şekilde “seçkinler”, “elitler” ve “süper insanlar” tabirlerini sık sık kullanarak bir zihinsel altyapı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Harari, Sapiens, Homo Deus, 21 Yüzyıl İçin 21 Ders adlı kitaplarında değişik vesilelerle böyle bir zümreden, sınıftan bahsetmektedir: “İnsan hakları ya da insan eşitliği, en güçlü insanları hadım ederek süper insanların gelişmesinin önüne geçilebilir, hatta bunlarla Homo Sapiens’in bozulmasına ve soyunun tükenmesine bile neden olabiliriz. (…)Eğer seçkin bir millet insanlığın gelişimine devamlı önayak oluyorsa onu, insan türünün evrimine bir katkı sağlamayan diğerlerinden üstün tutmalıyız. (…) Nasıl ki Homo Sapiens (bugünün insanı) maymunlara ya da neanderthale ‘Ne istersin?’ diye sormamışsa, geleceğin süper insanı ‘Homo Deus’ da bugünün insanı Homo Sapiens’e kanunları yaparken, !Ne düşünüyorsun, ne istersin?’ diye sormayacak.”[3]
Stephen Hawking de 2018 yılındaki kitabında “insanüstü bir ırktan” ve bunun “insanlığın sonunu getirmesinden” bahsetmektedir: “Zenginlerin, çocuklarının DNA’ları üzerinde yapacakları değişikliklerle oluşacak insanüstü ırk, insanlığın sonunu getirecek.”[4] Dünya nüfusunun ne kadar olduğuna ilişkin farklı kaynaklarda çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bazı araştırmalara göre dünya nüfusu 1900’de 1,6 milyar, 1950’de 2,5 milyar, 2006’da 6,5 milyar, 2011’de 7 milyar olan dünya nüfusu, 2025’te 8,2 milyar, 2050’de ise 9 milyar civarında olacaktır.[5]
Bir başka araştırmaya göre 14 Mayıs 2018’de dünya nüfusu 7 milyar 622 milyon 106 bin 064 ve 25 Nisan 2020 itibarıyla dünya insan nüfusunun 7 milyar 784 milyon olduğu tahmin edilmektedir. ABD Sayım Bürosu, Birleşmiş Milletler, 2018 yılında dünya nüfusunu 7 milyar 472 milyon 985 bin 269 şeklinde hesaplamıştır.[6] Bazı araştırmalara göre de dünya nüfusunun 2040 - 2050 yılları arasında 8 ila 10,5 milyar arasında olması öngörülürken; BM’ye göre 2050 için 9,8 milyar ve 2100 için de 11,2 milyar olacaktır. Daha başka araştırmalarda dünya nüfusunun 2100 yılında 10-12/15 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor.[7]
194 ülke içinde dünyanın en kalabalık ülkeleri -sırasıyla- Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, ABD, Endonezya ve Brezilya’dır. Hindistan nüfusunun Çin’i geçeceği ve en hızlı nüfus artışının ise Afrika’da yaşanacağı öngörülmektedir. Nüfus artış hızı, AB ülkelerinde 1,6, Afrika’da 4,8 (Nijerya’da 7,6)’dır. Dünya nüfusu yılda yaklaşık 65-70 milyon artmaktadır.[8]
Kendilerine “seçkinler” diyen bazı kesimler/Siyonistler, kendilerinin “efendi” geri kalanlarının ise “kimliksiz köle” olduğu bir dünya (‘yeni dünya düzeni’) tasavvur etmektedirler. Bu nedenle yukarıda dünya nüfusu ile ilgili verdiğimiz rakamlar, bu kesimlerin uykusunu kaçırmaktadır. Öngördükleri “tek dünya devleti” ve “tek dünya hükûmetinde” böylesine kalabalık bir nüfusu kontrol etme şanslarının olmadığını öngörmektedirler. O sebeple 1962 yılında İsrail Başbakanı David Ben Gurion’un ifade ettiği gibi dünya nüfusunu azaltacak “haplara” ya da virüslere ihtiyaç vardır. “300’ler Komitesi” üyesi, İsrail Başbakanı David Ben Gurion’un 1962 yılındaki konuşması, bugün yaşananların kısa bir özeti ya da tasviri gibidir: “Hayalimdeki, 1987 yılında Soğuk Savaş sona ermiş olacaktır. Rusya’da büyüyen halkın özgürlük talepleri ve halk topluluklarının yaşam standartlarının yükseltilmesi için yapacağı baskılar Sovyetler Birliği’ni demokrasiye sürükleyecektir. Diğer taraftan, çiftçi ve işçilerin artan güçleri ile bilim adamlarının artan politik erkleri, Amerika’yı da planlı ekonomi güdülen sosyal bir devlet hâline getirecektir. Batı ve Doğu Avrupa bağımsız cumhuriyetlerden oluşan sosyalist ve demokrat bir federasyon hâlinde birleşecektir. Bir Avrasya federal devleti olarak kalacak olan Rusya dışında tüm ülkeler dünya birliği içinde birleşeceklerdir. Bu birliğin uluslararası bir polis gücü olacak ve diğer tüm ordular lağvedilecektir. Böylece artık savaşlar olmayacaktır. İbrani peygamberi Yeşaya tarafından öngörüldüğü gibi Kudüs’te Birleşmiş Milletler tarafından tüm insanlar için büyük bir tapınak inşa edilecektir. Yükseköğretim dünyadaki herkesin kullanabileceği bir hak hâline gelecektir. Çin ve Hindistan’daki korkunç nüfus artışını, icat edilecek bir hap yavaşlatacaktır.”[9] Bu kesim, uzun zamandır mevcut dünya nüfusunun fazla olduğunu ileri sürerek “dünya nüfusunun ciddi bir şekilde azaltılması” gerektiğini savunmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Eka-Bilim (1977) kitabının yazarlarından Bay John P. Haldem, “Yeryüzündeki insan nüfusunun en fazla bir milyar olması gerektiğini” ifade etmiştir.[10] ABD’nin Georgia Eyaletinde Elbert kasabasında, meçhul şahıslar tarafından yaptırılan “Yeni Dünya Düzeni İçin On Emir”in yer aldığı ve “Dünya nüfusunun 500 milyona indirilmesi” gerektiğinin belirtildiği “Georgia Rehber Taşı Anıtı”nın varlığı bu açıdan dikkat çekicidir. Anıt üzerinde yer alan ve 8 farklı dilde yazılan bu emirler şöyle sıralanır: “İnsan nüfusunu daima doğa ile uyumlu olarak 500 milyonun altında tut. Farklılıkların ve uygunluğun, gelişiminin çoğaltılmasını bilgece idare et. İnsanlığı yaşayan yeni bir dil ile birleştir. Tutku, inanç, gelenek ve her şeyi yönet. İnsanları ve ulusları, adil yasalar ve hakkaniyetli mahkemeler ile koru. Bütün anlaşmazlıkları ülkeler üstü bir mahkemeye bağla. Küçük yasalar ve kullanışsız protokollerden kaçın. Kişisel hakları, sosyal görevler ile dengele. Gerçeği, güzelliği, aşkı, sonsuzlukla ahenk kurma arayışını takdir et. Dünyada bir kanser olma, doğaya yer bırak, doğaya yer bırak.”[11]
“Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmek istemelerinin sebebi nedir?” sorusundan ziyade cevabı aranması gereken daha önemli soru şudur: “Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmek için öngördükleri strateji ve politikalar nelerdir?” “Georgia Rehber Taşı Anıtı”nı yaptıranların kim olduğu bilinmiyor; ancak anıttaki “Dünya nüfusunun 500 milyon civarına indirilmesi” ile ilgili çalışma yapanları, değişik zamanlardaki açıklamalardan tahmin etmek zor değildir.
Rockefeller ile yapılan bir röportajda, “Sistemin işlemesi için 300-500 milyon insana ihtiyacımız var. Gerisi fazlalık.” demesi, öngörülen “yeni dünya düzeni” için gerekli olan dünya nüfusuna ilişkin özel bir planlama yapıldığına işaret etmektedir.[12] Bill Gates 2015 yılında TED’te verdiği konferansta “Dünyada 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” demekle[13] yaşadığımız salgın döneminde aşı ve aşı sonrası sunulan sağlık hizmetleri üzerinden yürütülen psikolojik savaşın özel bir amacının olduğunu göstermektedir.
Gates’in salgının başlamasından sonra büyük bir telaş ve heyecan içerisinde “Tüm dünyanın aşılanması gerekir.” demesine bu açıdan yaklaşılmalıdır. Salgın tüm dünyada daha görülmemişken Gates’in bu çıkışının farklı boyutları olabilir: 1. Aşı ile insanları kısırlaştıracaklar. 2. Tüm dünyayı aşılayarak çok büyük bir para kazanacaklardır. 3. Virüs fabrikasyon olabilir. 4. Aşı ellerinde mevcuttur. 5. Ürettikleri aşılar, yakın gelecekte çok ciddi ölümlere sebebiyet verebilir.
CNN’in kurucusu Ted Turner; “Bence nüfus kontrolü son derece önemli. Kendi servetimden 1 milyar doları ‘Birleşmiş Milletler Nüfus Kontrolü Programı’na bağışladım. Ben üstünde 225 milyon insanın yaşadığı bir dünyada rahat olabilirim, daha fazlasını istemem.”[14] diyecek kadar vahşileşmiştir. Muhtemelen Ted Turner’ın yardımının ve teklifinin bir sonucu olsa gerekir ki; BM’nin Küresel Biyoçeşitlilik Belirleme Raporu’nda, “Yeryüzündeki insan sayısının yüzde 85 azaltılması” önerilmektedir.[15] Bugünkü dünya nüfusunun 7 milyar civarında olduğu varsayılırsa; BM Raporuna göre bu nüfusun yüzde 85’i yani yaklaşık 6 milyar insan bir şekilde yok edilmelidir. Dünya nüfusunun azaltılmasına ilişkin hedef kitle, tarihî süreç içerisinde değişiklik arz etmektedir. Malthus, alt sınıftan olanların çoğalması engellenmesi gerekir, derken, Alexis Carrel, İnsan Denen Bu Meçhul kitabında, “Hapishanede ve akıl hastanesinde yatanların korunmaması gerektiğini” savunmuştur.[16]
Medyadaki haberlere göre günümüzdeki İsrail yöneticileri de aynı mantıkla hareket edip “engellilerin, hasta olanların tedavisinde ayırımcılık yapmaktadır”. İsrail Kanalı 13 Televizyonu, Kovid-19 hastalarının solunum cihazına bağlanması gerektiği durumlarda kimlere öncelik verileceğiyle ilgili Sağlık Bakanlığı’na ait belgeyi yayımladı. Söz konusu belgede, kendi ihtiyaçlarını tek başlarına gideremeyecek düzeyde bedensel ve zihinsel engelliler, kalp, akciğer, karaciğer, böbrek hastaları ve sinir sisteminde bozukluk olanlar, psikolojik travma geçirenler, tedavisi olmayan hastalığı veya bunamadan mustarip olanlar, ölüm döşeğindekiler ile Kovid-19’dan kurtulma şansı yüzde 20’den az olanların solunum cihazından en son faydalandırılacağı belirtildi. Bakanlığın bu açıklamasına karşı “Engelliler İçin Eşit Haklar Komisyonu”nun açıklaması Siyonist mantığın çok ciddi bir eleştirisi mahiyetindedir: “Hükûmet, devlet hazinesine para getirme kıstaslarını taşımayanları gözden çıkarıyor. Hayatı boyunca İsrail’e hizmet etmiş ve engelli hâle gelmiş kişilerin marjinalleştirilmesi ve ikinci derece vatandaş muamelesi görmesi mümkün değil.”[17]
Bill Gates, Rockefeller, Ted Turner gibi Siyonistler, dünya nüfusunun 500 milyon civarına indirgenmesi gerektiğini savunduklarına göre tasfiye edilecek olanlar, “sadece hasta olanlar”, “suçlu olanlar” değil; insanlığın çok daha geniş bir kesimidir. Böyle düşünenler gerçekte insan mı? Hayır, bunlar insan olamazlar: “… Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.”(7 Araf 179). Öyleyse bu noktada ana soru, tasfiye edilecek kesimler kimlerdir? Tasfiyede kıstas nedir? Bu tasfiye etme hakkı kime aittir ve hangi hakla, hangi gerekçe ile? Harari, bu konuda “süper seçkinler” ve “gereksizler” tanımlaması yaparak kendilerine göre “gereksiz” olanların, “bütün acımazlığına rağmen” tasfiye edilebileceklerini açık bir şekilde ifade etmekten çekinmemektedir: “21. yüzyılda ilerlemenin trenine yetişenler, yaratmanın ve yürütmenin ilahi kudretine ererlerken, geride kalanlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıyalar... Yeni Dünya, ‘süper seçkinler’ ve ‘gereksizler’ arasında bir dünya olabilir. (…) Askerî ve ekonomik olarak vazgeçilmez olan yoksullar yerine kendi çıkarları için hareket eden 20. yüzyıl elitleri, 21. yüzyılda üçüncü sınıf insanları taşıyan vagonları (her ne kadar acımasız olsa da) tamamen geride bırakmak ve sadece birinci sınıfla geleceğe doğru ilerlemek istiyorlar. (…) İnsanın şuur ve bilinç sahibi olmasının avantaj olduğunu ve bu yüzden şuursuz, duygusuz robotların onların yerlerini alamayacaklarını düşünenler için geleceğin dünyası bir hayal kırıklığına gebe: Atlar, öyle ya da böyle bir bilinç sahibiydiler; sahiplerini tanırlar, evlerini kendileri bulurlar, kızgınlık veya keyiflerini belli ederler, sıcaklık ve sevgi gösterirlerdi. Ama biz arabaları tercih ettik. Çünkü arabalar, daha çok yükü daha uzun mesafelere taşıyorlardı. İşte sıradan insanlar da robot-insanların becerileri karşısında işlevsiz kalacaklar ve egemenler; atları attıkları gibi gereksiz insanları da bir kenara atacaklardır.”[18]
Benzer düşünceler, Zygmunt Bauman tarafından da seslendirilmektedir: “Dünya, ıskarta insan, (işsiz) tüketilmiş mal ve eşyanın çöpleri ile doldu. Modernite için, bir varlık olan insanın ıskartaya (çöpe) dönüşmesi ile eşyanın çöpe dönüşmesi aynıdır. Atık insanlar hız kesmeden çoğalıp muazzam miktarlara ulaşırken gezegendeki çöp alanları ve atığı geri dönüşüme sokacak araçlar giderek azalmakta. Bundan sonra gündemimiz, atık insanların ve insani atıkların tasfiyesidir.” [19] Siyonizm’in bu yaklaşımları, bize geçmişte Firavun’un İsrailoğulları’na uyguladığı stratejiyi hatırlatmaktadır: “…(Firavun) dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.” (7 A’râf 127).
Geçmişte Firavun’un İsrailoğulları’na uyguladığı soykırımı, şimdi Siyonistler, tarihte yaşadıklarını unutarak, tüm dünya insanlığına karşı uygulamaya çalışmaktadırlar. Öyleyse Siyonistler 21. asrın Firavunlarıdırlar. Sonları da Firavun gibi olacaktır. (26 Şu’arâ 52-56; 26 Şu’arâ 60-67) Bu noktada göz önüne almamız gereken en önemli nokta, Siyonizm’in, insan nüfusunu 500 milyon civarına çekebilmek için ne tür bir strateji, taktikler, yöntemler ve projeler geliştirdiği ve geliştirmekte olduğudur?
Siyonizm’in Dünya Nüfusunu Azaltmak ve Kontrol Edebilmek İçin Kullandığı Yöntemler
Kendilerine “küresel elitler”, “insanüstü ırk” adını veren “soykırım hareketi” mensupları (insanlıktan nasibi olmayanlar zümresi), ”aşağı sınıftan” gördüğü ırkların, insanların çoğalmasını engellemek hatta soylarını tüketmek için, “dünya nüfusunun azaltılması” için çok uzun zamandan beri çalışmaktadırlar.
Rockefeller Sağlık Araştırmaları Enstitüsü tarafından 1931 yılında Porto Rikolu 300 kişi üzerinde kanser deneyi yapan projenin yürütücüsü Cornelius Rhoads, şu iğrenç açıklamayı yapmaktan utanmamıştır: “Porto Rikolular bu dünyadaki en pis, en tembel, yozlaşmış bir ırktır. 13’nü öldürerek ve diğerlerinin kanser olmasını sağlayarak bu ırkı ortadan kaldırmak için elimden gelenin en iyisini yaptım.”[20] Böylesi bir katil, 1940 yılında gizlilik içerisinde yürütülen kimyasal silah projesinin başına getirilmiş, Atom Enerji Komisyonu başdanışmanı yapılmış ve kendisine “Legion of Merit Nişanı” verilmiştir.[21] 9 Haziran 1969’da ABD Savunma Departmanı Biyolojik Araştırma Enstitüsü üst düzey yöneticisi ve proje yöneticisi, Dr. Donald Mac Arthur’un Beyaz Saray’daki bir toplantıdaki şu ifadeleri, gerçekten ibret verici ve düşündürücüdür: “Bugüne kadar bilinen tüm hastalıklara neden olan bütün organizmalardan birçok yönden ayrılan yeni bir bulaşıcı mikroorganizmanın 5 veya 10 yıl arasında geliştirilmesi mümkün olacaktır. Daha önemli bir nokta da şu: Bu mikroorganizma, mevcut bulaşıcı hastalıklara karşı güvendiğimiz bağışıklık ve iyileştirici işlemlerin hepsine karşı çıkabilecek yapıdadır. İnsan bağışıklık sistemini yok edecek biyolojik silah üzerinde düşmanlar çalışmaktadır. Bu araştırmayı biz yapmadığımız takdirde bizim açımızdan büyük bir zafiyet oluşacaktır.”[22]
Siyonist lobinin etkin isimlerinden olan ve ABD Başkanları Carter, Reagan, George H. W. Bush dönemlerinde önemli görevlerde bulunan Brzezinski, biyolojik silahları ve savaşı savunmuş, Between Two Ages (1976) adlı kitabında 2018 yılı için bir biyolojik saldırının varlığına dikkat çekmiştir: “Bir uzmanın belirttiğine göre 2018 yılına gelindiğinde gizli savaşı gerçekleştirmek için başlıca ulusların liderlerine çeşitli teknolojik tekniklerin kullanımı sunulacak. Bir ulus bakteriyolojik yollarla bir rakibe gizlice saldırabilir. Kendi silahlı kuvvetleriyle düşman ulusu devralmadan önce alternatif olarak hava modifikasyon teknikleri, kuraklık veya fırtına gibi taktikler üretilip kullanılabilir.[23]
Uygulamaları ve değişik zamanlardaki açıklamaları göz önüne aldığımızda, dünya nüfusunu azaltmakla ilgili geliştirdikleri projeleri ya da uyguladıkları yöntemleri, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Beyin yıkama ve zihin kontrol yöntemlerini kullanarak köleleştirme, yanlış cinsel eğitim ile çocuk yapmayı engelleme, çocuğu külfet gösterme, toplumsal cinsiyet eşitliği küresel projesi ile çocuksuz aile modelleri(!), “ailesiz toplum” modelini yaygınlaştırma, çocuk yapmaya engel cinsel tatmin yollarını meşrulaştırma ve yaygınlaştırma: cinsel yönelim-LGBTIQ+, pedofili, zoofili, negrofili, robotla seks, ensest, eş değiştirme, grup seksi, sperm ve yumurta bankaları kurmak, taşıyıcı annelik müessesi inşa etmek, ilaçlara yapılan özel katkılarla gizlice kısırlaştırma, kısırlaştırıcı ve hastalık yapıcı aşıları kullandırma, kullanmaya mecbur etme, sperm öldürücüleri bilerek ya da bilmeyerek kullandırmak, kürtaj yaptırmak, özendirmek, doğum kontrol hapları kullandırmak, genetiği değiştirilmiş temel besinli ürünler ve katkı maddeleri ile kısırlaştırma, biyolojik savaş ile nüfusu azaltma projesi: salgın hastalıklar meydana getirmek (İspanyol gribi, domuz gribi, ebola gibi tüm salgınlar, koronavirüs salgını), uyuşturucuların yaygınlaştırılması ve ölümcül boyuta taşınması, 3. Dünya Savaşı’nın çıkarılması ya da yerel savaşların tüm dünyaya yaygınlaştırılması, kaosun sürekli kılınması, intihara teşvik ve intiharları yaygınlaştırma.[24]
Gelinen aşamada dünya nüfusunu azaltmak için en ciddi silah, koronavirüs salgını ve bununla ilgili Siyonist zümrenin/küresel sermayecilerin ürettiği veya üreteceği aşılar olacaktır. Bu gerçeğin çok iyi görülmesi gerekmektedir.
İnsanın Hücre Yapısı
Aşı ve virüsler üzerinde yapılan tartışmaları, tartışmalarda geçen kavramları ve bu salgında insanlığa sunulan aşıların mahiyetini, muhtemel avantaj ve dezavantajlarını daha iyi anlayabilmek için insanın hücre yapısını,[25] alanımız olmadığı için, teknik ayrıntıya girmeden ana hatları ile incelemekte fayda vardır. Vücudun temel yapı birimi hücredir. Hücreler birleşerek dokuları, dokular birleşerek organları, organlar birleşerek organizmayı, vücudu meydana getirmektedirler.[26] Her bir hücre tipinin ihtisaslaştığı bir ya da birkaç özel fonksiyonu olup, insanın bütün özelliklerini ihtiva eden karmaşık bir yapısı vardır.
Hücreler etrafında bir hücre zarı vardır. Zarın içerisinde stoplazma (hücre sıvısı) ve çekirdek denen iki ana kısım bulunmaktadır. “Hücre zarlarının temel fonksiyonu, iç ortam özelliklerinin sabit kalmasını, dış ortamdan etkilenmemesini sağlamaktır.” “Hücrenin çevresi ile seçimli madde alışverişi yapması, gerekli olan maddelerin içeriye alınması, iç reaksiyonlar sonucunda stoplazmada oluşan işe yaramayan artık maddelerin/ürünlerin dışarıya atılması hücre zarları aracılığıyla gerçekleşmektedir.” “Biyoelektrik olaylar da, hücre zarlarının bir işlevidir.”[27]
Çekirdek, stoplazmadan bir çekirdek zarı ile ayrılmaktadır. Stoplazma, hücre zarı ile çevrilidir. Hücre, “protoplazma” denen beş temel maddeden (su, elektrolitler, proteinler, lipitler ve karbonhidratlar) meydana gelmiştir. Bir hücrenin fonksiyonları, “organel” diye isimlendirilen fiziksel alt sistemler (Hücre zarı, çekirdek zarı, endoplazmik retikulum zarı, mitokondri zarı, lizozomlar ve golgi aygıtı.) tarafından iş birliği içerisinde icra edilmekte, yürütülmektedir.[28] Organellerin yüksek organizasyon özellikleri vardır. “Hücrenin bütün organelleri, lipit ve proteinlerden oluşan bir zarfla çevrelenmiştir
Hücre çekirdeği, en önemli yapılarından biri olup hücrenin kontrol merkezidir. Kontrol çekirdekte bulunan genler aracılığıyla yapılmaktadır
“Genler, hücrenin kendi kendisini kontrol etmesini ve çoğalmasını sağlamaktadır.” DNA, canlının genetik bilgisinin şifresinin depolandığı bir moleküldür. “DNA molekülü organizmaya ait genetik bilgi deposudur. Genetik bilgi 4 bazın (kimyasal adıyla adenin A,, cytosine C, guanine G, ve thymine T) göre özgün hâle gelir ve DNA molekülü boyunca uzar gider.” Adenin (A), ve Timin(T) iki, Guanın (G) ve Sitozin (C) üç hidrojen bağı ile birbirine bağlanmıştır. Genetik bilgi bu bazların dizilimleri ile ortaya çıkan bir şifre, bir kriptodur.” “Gen, DNA’nın bir parçacığı/bölümüdür.” “Gen, bir biyolojik ünite olarak tanımlanan organizmanın, gelecek nesillere aktarılan (kalıtsal) karakteristikleridir. Genler hücrenin içindeki kromozom yapılarında bulunur.” “Genom, bir organizmanın sahip olduğu genetik şifrelerin tamamına denmektedir. Genom bir organizmanın toplam DNA içeriğidir.”[29]
Çekirdekçiğin oluşumu önce çekirdekte başlar. “Önce kromozomlardaki özgül DNA (Deoksiribonükleik asit) genleri, RNA’nın sentezlemesini sağlar. Sentezlenen RNA (nibonükleik asit)’nın bir bölümü, çekirdekçikte depolanır, büyük bir bölümü ise nükleer porlardan stoplazmaya geçer.” Stoplazmada bu RNA’lar, olgun ribozomları meydana getirmek üzere özgül proteinlerle bir araya gelirler. Bunlar da stoplazmik proteinleri oluştururlar.[30] “Bir hücrenin canlı kalması, büyümesi ve çoğalması için çevresindeki sıvıdan besin ve diğer maddeleri hücre içine alması gerekir. Maddelerin çoğu hücre zarını “difüzyon” ve “aktif taşınma” ile geçer. Çok büyük partiküller, endositoz denen hücre zarının özelleşmiş bir işlevi ile hücreye alınırlar. Hücre içerisinde sindirilmeyen kısımlar, Kalıntı cisimler, eksositoz denen endositozon tersi olan bir işlemle dışarıya atılırlar.”[31]
“Genler, hücre içinde hangi enzimin, hangi kimyasal maddenin ve hangi sentezin yapılacağını tayın ederek hücre fonksiyonlarını tayın etmektedirler. Genetik kontrolün genel yapısı şekil 4’te verilmektedir. DNA olarak adlandırılan her gen, başka bir nükleik asit olan RNA’nın yapımını otomatik olarak kontrol etmektedir. RNA ise hücre içerisine yayılarak özel protein yapımını kontrol eder. Her hücrede yaklaşık 30 binden fazla gen bulunmaktadır.”[32]
Hücre çekirdeğindeki genler, uç uca birbirine eklenerek son derece uzun, moleküler ağırlığı olan DNA çift sarmalını oluştururlar. DNA’yı oluşturan temel kimyasal bileşikler, 1- Fosforik asit, 2- Deoksiriboz adı verilen şeker, 3- Dört adet temel nitrojenli baz. “Genetik şifre, DNA, hücre içindeki proteinlerin oluşumunu kontrol etme yeteneğidir. Hücre fonksiyonlarının pek çoğu stoplazmada gerçekleşir. DNA’nın hemen hemen hepsi ise hücre çekirdeğinde yer alır.” Dolayısıyla stoplazmada vuku bulan kimyasal olayların DNA tarafından kontrol edilmesi gerekmektedir.
Bunu yolu nedir? DNA, stoplazmada meydana gelen olayları nasıl kontrol etmektedir? DNA bu kontrol işlemini çekirdek içinde bulunan ve DNA tarafından kontrol edilen RNA (Ribonükleik asit) aracılığıyla yapmaktadır. DNA tarafından ilgili şifre mRNA (Mesajcı Ribonükleik Asit)’ya iletilmekte; şifreyi alan mRNA’nın az bir kısmı çekirdek içinde kalmakta, büyük bir kısmı ise çekirdek porlarından difüzyonla sitoplazmaya geçerek sitoplazmada vuku bulan protein sentezini/kimyasal reaksiyonları şifreye göre kontrol etmektedir. “DNA’dan ribozoma taşınan bilgiler, tRNA isimli bir diğer RNA molekülünün yardımıyla, tek tek aminoasitlerin üretilmesini ve bunların birleştirilerek hem hücrenin inşasında hem de hücre içi süreçlerin çalışmasında rol alan proteinlerin oluşturulmasını sağlamaktadır.
mRNA, canlının DNA’sı ile en etkin unsur olan proteinler arasındaki iletişim kuran bir aracı durumundadır. DNA’dan mRNA oluşumuna transkripsiyon, mRNA’nın okunması sonrasında taşıyıcı RNA (tRNA) yardımıyla proteinlerin üretilmesine translasyon adı verilmektedir.”[33] Protein yapımında birbirinden bağımsız olarak farklı fonksiyonları icra eden üç RNA vardır: 1-Haberci / mesajcı RNA (Messenger RNA): Protein yapımını kontrol etmek için sitoplazmaya genetik şifreyi taşır. 2- Taşıyıcı RNA (Transfer RNA): Protein molekülünün yapımında kullanılmak üzere aktive edilmiş aminoasitleri ribozomlara taşır. 3- Ribozomal RNA: Yaklaşık 75 farklı protein ile ribozomları oluşturur. Ribozomlar protein moleküllerinin bir araya getirildiği fiziksel ve kimyasal yapılardır.”[34]
Hücrede Biyokimyasal Aktivite ve Genetik Fonksiyonların Kontrolü
Hücrede biyokimyasal faaliyetleri yapıyı korumak için kontrol eden, yöneten iki temel yöntem vardır. 1. Genetik düzenleme: Gen aktivitelerinin kendileri tarafından kontrol edilmesi, 2. Enzim düzenleme mekanizması: Bazı hücre aktiviteleri, hücre içinde bulunan inhibitör veya aktivitor tarafından kontrol edilmektedir. Bu maddeler, doğrudan hücre içindeki özgül enzimlere etki ederek hücredeki biyokimyasal fonksiyonları kontrol ederler.[35] Bu iki kontrol mekanizması, hücredeki faaliyetlerin hücre yapısını dolayısıyla insan yapısını bozmayacak şekilde ayarlayan, düzenleyen yapıyı koruyan mekanizmalardır.
Tehlike: Tahrip Edici Kontrol Mekanizması
“Hücre içinde olmayan bazı maddeler/bazı hormonlar, hücre içindeki kontrol sistemlerinden birini veya daha fazlasını aktive veya inhibe ederek hücre içi biyokimyasal tepkimeleri kontrol edebilirler.”[36] O zaman hücrenin fıtratı bozulmakta, insan organizmasının aleyhine olacak şekilde çalışmaya başlamaktadır. Hücre yapısına burada yer vermemizin ana sebebi genetik teknolojinin ulaştığı seviyenin, genoma müdahale edebilme imkânının var olmasına dikkat çekmek içindir. Nitekim GDO’lu ürünler böyle bir yaklaşımın eseridir: “Bilimciler, genlerin kodlama sistemini anladıktan sonra, bunların nesilden nesile aktarıldıklarını fark etmişlerdir. Bu kalıtsal geçiş ancak taşıdığı genlerin değişimi ile farklılaşabilmektedir. Yeni bir yapı ise, hücreye başka bir kimlik ve farklı ürünleri üretebilme yetisini katabilmektedir. Bu yaklaşım, teknolojik gelişmelerin önemli hareket noktası olmuştur.”[37]
mRNA tipi aşılarla ilgili yapılan tartışmaların özünde, hücrenin doğal çalışmasında olumsuz etkiler meydana getirecek bir dış müdahalenin yapılıp yapılmadığı olgusu yer almaktadır. Dünya nüfusunu 500 milyon civarına indirmek isteyenlerin konuşmalarını ve aşı sektörünün arkasındaki Bill Gates’in 2015 yılında, “Dünya’da 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” ifadesini genetik teknolojinin ulaştığı seviyeyi göz önüne alarak salgında servis edilen aşıların muhtevasını değerlendirmek, sorgulamak zorundayız. Korona-19 virüsünün bu kadar hızlı mutasyona uğraması doğal olarak mı meydana gelmekte yoksa genetik teknoloji kullanılarak virüsün yapısında zamana bağımlı yapılan bir kodlamanın sonucu mudur?
Bu, hayati bir sorudur. Türkiye’nin bu sorunun cevabını bilimsel düzlemde araştırması ve objektif şekilde vermesi gerekmektedir? Gelecek nesilleri olumsuz etkileyecek bir sürecin olup olmadığı objektif, tarafsızca cevaplandırılmalıdır. Mevcut aşılara karşı insanlardaki endişeleri gidermek, tarihî bir sorumluluktur. Bugün aşı karşıtı diye suçlanıp susturulmak istenenler, kendilerini değil, gelecek nesilleri düşünmektedirler. Aşıya değil, mevcut aşıların muhtevalarından endişeli oldukları için mevcut aşılara karşılar.
Bağışıklık Sistemi ve Antikorlar
Bağışıklık sistemi, insanlar tarafından mikrop diye tanımlanan enfeksiyona yol açabilen virüs, bakteri, mantar ve parazit gibi mikroorganizmaların zarar verici etkilerine karşı vücudu koruyan bir mekanizmadır. Bağışıklık sistemi görevi, öncelikle mikropların vücuda girmelerini engellemek, girerse girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını engellemek veya geciktirmektir.[38]
Bir virüs veya bakteriye karşı vücuttaki bağışıklığın “lokal”, “hümoral” ve “hücresel” olmak üzere üç türü vardır: Bunlar “Lokal bağışıklık, mikrobun vücuda girdiği bölgede, Kovid örneğinde burun ve boğazda oluşan bağışıklıktır. Kovid-19’a karşı lokal bağışıklık enfeksiyon geçirilerek veya burun yoluyla uygulanan aşılarla ele edilebilir; kas içine zerk edilen aşıların böyle bir etkisi olması mümkün değildir. Hümoral bağışıklık, virüse karşı antikorların oluşmasıyla karakterizedir. Bu antikorların nötralizan ve non-nötralizan olanları vardır. Esas koruyucu olanlar virüsü öldüren nötralizan antikorlardır; bunların ölçülmesi için özel laboratuvarlar gerekir. Rutinde ölçülen virüse karşı oluşan tüm antikorlardır; bunların ne kadarının nötralizan, ne kadarının non-nötralizan cinsten olduğunu ayırt etmek mümkün değildir. Yüksek toplam antikor seviyelerinin koruyuculuğunun daha fazla olduğu iddia edilmekle beraber bunun derecesi ve koruyuculuğun hangi seviyeden itibaren başladığı meçhuldür. Hücresel bağışıklık, T-lenfositleri aracılığıyla kazanılır ve hastalıklardan uzun vadede korunmada asıl önemli olandır; bağışıklığın hafızasıdır da denebilir. Bunun ölçülmesi için de özel laboratuvarlar gerekir.”[39]
Prof. Dr. Burhanettin CAN – Umran Dergisi Ekim/2021- 326. Sayı'dan yazının tamamına ulaşabilirsiniz.