Sekam
Henüz vakit varken...
Mail Adresiniz :
Şifreniz :
Mail Adresiniz : Şifreniz : Şifre Tekrar : Adınız Soyadınız : Telefon No ( isteğe bağlı) :
ANAYASA RAPORU

ANAYASA RAPORU

ANAYASA RAPORU

TAKDİM 

İnsan, Kâinatın merkezinde yer alan, kâinattaki tüm imkân ve nimetlerin emrine verildiği hem bireysel hem de toplumsal bir varlıktır. İnsan kendisi, ailesi, akrabası, komşusu, mahallesi, halkı, doğa ve Yaratıcısı ile karşılıklı ilişki içerisindedir. Farklı değer sistemi, dünya görüşü, felsefe, din, dil ve etnisite insanların bir arada yaşamasında hukuku etkileyen önemli faktörlerdir.

Farklılıkların birlikteliği, karşılıklı rıza ile oluşturulan ortak paydalar etrafında mümkündür. Aksi takdirde kaos, bunalım ve çatışma kaçınılmazdır. Fertlerin ya da farklı kesimlerin karşılıklı olarak benimsediği değerler (ortak payda), taraflarca içselleştirip benimsendiğinde, aidiyet duygusu oluşmakta ve bir kimlik ortaya çıkmaktadır. Ortak paydalar arttıkça, toplumsal uzlaşma ve kaynaşma daha derinleşmekte ve aidiyet duygusu daha da kuvvetlenmektedir. Unutulmaması gereken nokta, kimliğin, rızaya dayalı olarak oluştuğu, kişinin ya da toplumun kendisini ne olarak gördüğüdür; başkalarının, onu ne olarak tanımladığı değil!

Kimliğin oluşumunda etkili iki süreç vardır: 
Birisi, bireyler ve toplumun farklı kesimleri arasında rızaya dayalı, mümkün olduğu kadar fazla ortak payda meydana getirmek; diğeri, oluşturulan ortak paydaları, sürekliliği sağlayacak şekilde korumak. Birinci süreç, rızaya dayalı; ikinci süreç ise irade, güç ve otoriteye dayalıdır. İkinci süreç, devlet dediğimiz yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Devletin ortaya çıkması ile ilişki ağı daha da karmaşıklaşmıştır. Genel olarak; bireyler arası, farklı toplum kesimleri arası, fert ile devlet, milletle devlet ve devletin farklı kurumları arasında olmak üzere, beş boyutlu karmaşık, karşılıklı etkileşim içerisinde bir ilişki ağı meydana gelmektedir. Bu ilişki ağına, bireyin; kendisiyle, doğayla ve Yaratıcısıyla olan ilişkisi de eklenirse, mesele daha da karmaşık bir hal alır.

Bu ilişki zincirinin düzenlenmesi, genel çerçeve ve ana ilkeler, esaslar bazında Anayasa’nın konusu iken; ayrıntı bazında, Anayasayı referans alan kanunların konusudur. Anayasa genel olup, öz ile ilgili iken, kanunlar ayrıntı ile ilgilidir. Öyleyse, bir Anayasa yapımı teferruatla ilgili olmamalıdır. Anayasa, mümkün olduğu kadar kısa, özlü ve anlaşılabilir olmalı, ilişkilerin ana çatısını inşa etmelidir. Bununla beraber, Yeni Anayasa metni, “efradını câmi, ağyarını mâni” biçimde ve anlaşılır, temiz bir Türkçe ile yazılmalıdır.

Anayasa, kanunlar için referans metin olduğu için, sık sık değiştirilmemelidir. O nedenle, mümkün olduğu kadar genel, zamandan ve mekândan bağımsız olmalıdır ki, şartların değişimine cevap verebilsin, milletin önünde engel oluşturmasın ve gelişmelere ayak bağı olmasın. Böylelikle, zaman içerisinde meydana gelen değişiklere ayak uydurabilecek kanunlar kolaylıkla yapılabilir. Aksi taktirde Anayasa, yazboz tahtası haline gelir ki, güvenirliliği ve inanırlılığı ortadan kalkar. Sık sık değiştirilen, ya da zorla (cebirle) korunmaya çalışılan bir Anayasanın saygınlığı olmayacaktır.  Bu nedenle, Anayasada değişmez maddeler bulunmamalıdır.

Anayasa, toplumun farklı kesimleri arasında toplumsal bir mutabakat, sözleşme metni ise, bu mutabakat metnini benimseyip içselleştirmiş herkes, o ülkenin eşit haklara sahip vatandaşıdır. Bu nedenle, Yeni Anayasa’da azınlıklar diye bir kavram yer almamalıdır.

Osmanlının son yüz yılında başlayıp, Cumhuriyetle Resmîleştirilen kültür ve medeniyet değiştirme, Türkiye’nin ana problemidir, ana tezadıdır. Sistem, tüm kurum ve kuruluşları ile Batı kültür-medeniyetinin temel değerlerine göre, halka rağmen inşa edilmiştir. İslâm kültür-medeniyetinin temel değerlerine göre şekillenmiş olan millet ile Batı kültür - medeniyet değerlerine göre şekillenmiş sistem arasında, ciddî bir tezat var olup, bu tezat, her türlü gerilimin, bunalımın sebebidir. Bu tezat sonucu Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca öz itibariyle; devleti olmayan bir milletle, milleti olmayan bir devletin gerilimini yaşamaktadır.

Geçmişte yapılan Anayasalar, toplumsal mutabakatı referans almak yerine,  uluslaştırmayı hedeflediklerinden, tek tipleştirici bir insan unsuru inşa etmek amacıyla; Devletin, ferdin ve milletin emrinde değil; ferdin ve milletin, devletin emrinde olduğu bir yapılanmayı öngörmüşlerdir. Bu meseleyi çözemeyen bir Anayasanın, Türkiye’nin ana meselelerini çözebilmesi mümkün değildir. İşte yeni Anayasa, bu temel meseleleri çözecek tarzda yapılmak zorundadır.

Millet ile devlet arasındaki ilişki, millet-devlet karşıtlığı ekseninde bir ilişki olmayıp, milletin emrinde bir devlet ilişkisi olmak zorundadır. SEKAM olarak, devletin milleti olmasını değil, milletin devleti olmasını teklif ediyoruz. İnsanı yaşatabildiğimiz sürece, devletin yaşayacağına inanıyoruz.

Anayasa; farklı kavmî, felsefî, dinî ve mezhebî toplum kesimleri arasında rıza temelli bir sosyal sözleşme, sosyal mutabakat metni olduğu için, her kesim, kendisini Anayasada bulabilmelidir. Anayasa, farklılıkların uyum metnidir. O nedenle, herkesin kendi dinîne, inancına ve felsefesine göre yaşamasına imkân verecek ve diğerlerinin hakkına, hukukuna riayet edecek, adaleti inşa edip koruyacak olan çok hukuklu bir sistem, Yeni Anayasanın ana eksenlerinden biri olmalıdır. SEKAM olarak Türkiye’de barış ve istikrarı sağlamanın yolunun, herkesin inancına uygun hukuku yaşamasına bağlı olduğuna inanmaktayız.

Yukarıda ifade edilen karmaşık ilişki ağının odak noktasında insan vardır. Evrendeki her şey, insan için, insanın mutluluğu, saadeti ve kurtuluşu içindir. “Ne yaparsak, insan mutlu; ne yaparsak, insan mutsuz olur” sorusunu cevaplayabilmek için; insan nedir, nasıl bir yapıya sahiptir, bu dünyaya gelişi ile birlikte bünyesinde barındırdığı özellikler ve kanunîyetler nelerdir sorularının cevaplanması gerekir.

İnsanı konu alan dinî ve dinî olmayan kaynaklarda, insan genetik yapısında birbirine zıt, iki farklı davranışa insanı sevk eden, iki ana yönlendirici mekanizmanın var olduğu belirtilmektedir. Bu iki mekanizmayı, İslam âlimleri; iyilik veçhesi (Kalp-Fıtrat) ve kötülük veçhesi (Nefs-Heva); psikolog- psikiyatristler ise; Süper Ego ve Id olarak isimlendirmektedirler. Fıtrat, insanın dünyaya geldiği andaki saf, temiz, bozulmamış iyilik kaynağı olan halidir.
İnsan bu dünyaya saf, temiz olarak iyilik veçhesi (Fıtrat, Süper Ego), tamamen baskın bir şekilde gelmektedir. Ailesi ve içinde yaşadığı ortam ve şartlar, fıtrat yönünü(Süper Egoyu), ya daha da kuvvetlendirmekte, ya da zayıflatmaktadır. Bu durumda insanın kötülük veçhesi [Heva, Id (Nefs)] baskın olmakta, insan, her türlü kötülüğü yapıp, meşru görebilmektedir.

Fıtrat kanunları, insanın kendi bedeni, ailesi, akrabası, komşusu, toplum, çevre ve devlet ile olan ilişkilerini en uygun bir şekilde (optimal tarzda) düzenler. 

O nedenle Yeni Anayasa hem kâinatta, hem de insan bünyesinde var olan fıtrat yasalarını göz önüne alarak düzenlenmelidir. İnsan hak ve özgürlükleri, fıtratı bozmayacak haklar ekseninde tanımlanmalıdır. Toplumsal mutabakat, fıtratı koruma eksenli olmak zorundadır. Keza fert-toplum ile devlet ilişkileri, fıtrat ekseninde yapılanmalıdır. Devlet, fıtrat düzenini inşa etmek ve korumakla sorumlu olmalıdır. 

Anayasa, bireyin kendisi ile olan ilişkisini, fıtrata uygun onu koruyacak şekilde tanzim etmek zorundadır. İnsanın yaratılışı ile birlikte sahip olduğu en temel haklar; dinînin, canının, malının, neslinin, aklının ve namusunun korunması haklarıdır. İnsanın yaratılışı ile birlikte sahip olduğu bu hakları, korumadaki ölçü ve referans, fıtrat olmak zorundadır. Fuhuş, alkol, uyuşturucu, eşcinsellik ve intihar; insanın fiziksel yapısına, inancına, aklına, malına, canına, nesline ve namusuna zarar verdiğine, hatta tahrip ettiğine göre, bunlar insan hak ve özgürlükleri içerisinde mütalâa edilemez.

Herhangi şeyin mahiyeti ile onun toplum tarafından meşru kabul edilmesi ya da edilmemesi arasında her zaman doğrusal bir ilişki olmadığını, tarih boyu vuku bulan olaylardan, uygulamalardan bilmekteyiz. Bir şeyin doğru ya da yanlış olması, hak olup olmaması, onun mahiyetinden dolayıdır. Bir şeyi, çoğunluğun doğru ya da yanlış olarak kabul etmesi, onun doğru ya da yanlışlığının bir ölçüsü değildir, olmamalıdır da. 1982 Anayasasının, halkın büyük bir çoğunluğu (%92,5) tarafından kabul edilmiş olması, bu Anayasanın, ideal Anayasa olduğunun göstergesi olmadığı gibi; tam tersine, hak, hakkaniyet ve adaleti esas almadığı için, ülkedeki birçok sıkıntının da nedenidir. O nedenle, yönetimin meşruiyetinde halkın rızasının var olması; hâkimiyetin, kayıtsız şartsız halkın olması manasına gelmemelidir. Hâkimiyet, kayıtsız şartsız halkın değil, Hakk’ındır. Anayasa, halkın egemenliğini değil, Hakk’ın egemenliğini esas almalıdır.

Bununla birlikte, egemenliğin kaynağı Hakk’a ait olmakla birlikte, egemenliğin sahibi halktır. Halk, egemenlik hakkını kullanırken, Hakk’a uygunluk ölçüsünü, hem zulmetmemesi, hem de zulme uğramaması için, referans almak zorundadır. Halk, sahip olduğu bu egemenliği, bizzat kendisi kullanabileceği gibi, değişik vasıtalarla da kullanabilir. Yeni Anayasa’da, milletin gücünü ve egemenliğini temsil eden TBMM, tek güç odağı haline gelmelidir.

Renk, dil ve soy, fıtrat kanunlarının bir gereği olarak vardır ve korunmalıdır. O nedenle, anadilleri korumak ve geliştirmek esas olmalıdır. Anadilde eğitim, doğal bir hak olarak, fıtratın gereğidir. Hiçbir ırkın, diğerine bir üstünlüğü yoktur. Irkçılığı, kavmiyetçiliği, şovenizmi çağrıştıracak, teşvik edecek ve olumlayacak her türlü tutum, tavır, davranış ve düşünce yanlıştır. Yeni Anayasa, kavmiyetçiliğe kapalı olacak tarzda düzenlenmeli, ana dilde eğitim-öğretim serbest olmalıdır.

Herkesin kendi dinîne, inancına ve felsefesine göre yaşama hakkının var olması, aynı zamanda herkesin dinîni, diyanetini öğrenme hakkını beraberinde getirir. Devletin görevi, milletin istediği istikamette dinî eğitim ve öğretimin gereğini yerine getirmek olmalıdır.  Din ve vicdan özgürlüğü, bu kapsamda ele alınmalıdır.
Yeni Anayasa yapılırken insanlığın tarihi süreç içerisinde elde ettiği kazanımlar, tecrübeler ve değerlerden yararlanılmalıdır. Bu nedenle, uluslararası birikimlerden de yararlanılmalıdır. Ancak bunlar, kendi kültür ve medeniyetimizin temel değerleri ile çatışmamalıdır. Toplumsal yapının,  inanç sisteminin, sosyal şartların, örf, adet ve an’anelerin çok farklı olduğunun göz önüne alınması gerekir.

Yeni Anayasa, toplumun inanç, gelenek, görenek, tarih, kültür ve medeniyetini göz önüne alırken; aynı zamanda ülkenin jeopolitik, jeostratejik, jeoekonomik ve jeokültürel konumunun yüklediği rol, misyon ve vizyona uygun olmalıdır.

Yeni Anayasa, baskı Anayasası olmamasının yanı sıra, tepki Anayasası da olmamalıdır. İfratla tefrit arasında bocalanmamalıdır. Dahası bu Anayasa, mevcut problemlerin çözümünün yanı sıra aydınlık, mutlu bir gelecek inşa etmeli ve bu güveni tesis etmelidir. 40-50 yıla ilişkin beklentilere cevap verecek niteliklere sahip olması yanında kendi kültür ve medeniyet havzamızdaki nesillerin Anayasa yapma çalışmalarına da referans ve ilham kaynağı olmalıdır. Bizim yaşayarak kazandığımız acı tecrübeler, hem gelecek nesillere, hem de bölge insanlarına ışık tutmalı, yol göstermeli, güç, kuvvet vermeli, tecrübe ve ilham kaynağı olmalıdır.

Bu ana düşünce düzleminde değişik meslek, eğitim-öğretime sahip ve farklı yaş gruplarından meydana gelen SEKAM Yüksek İstişare Kurulu’nun yoğun çalışması sonucu bu Anayasa Raporu hazırlanmıştır. Emeği geçen, katkı sağlayan tüm arkadaşlarımıza SEKAM olarak şükranlarımızı sunuyoruz. 

Hazırladığımız bu Raporda, yeni bir Anayasanın hangi ana düşünce ekseninde hazırlanması gerektiğini ortaya koyarak, Anayasanın değişik boyutları ile ilgili bir dizi öneride bulunmaktayız. 

Bu ülkenin bütün insanlarının hayrına olmayan, hepsini kuşatmayan, kucaklamayan çözüm önerilerine iştirak etmemiz mümkün değildir. 

SEKAM olarak hazırladığımız raporun, bundan sonra da aynı yöndeki gayretler için referans olmasını, milletimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyoruz. 

 Prof. Dr. Burhanettin CAN 
SEKAM Yönetim Kurulu Başkanı