Sekam
Henüz vakit varken...
Mail Adresiniz :
Şifreniz :
Mail Adresiniz : Şifreniz : Şifre Tekrar : Adınız Soyadınız : Telefon No ( isteğe bağlı) :
Aile tehlikede

Aile tehlikede

Prof. Dr. Sefa Saygılı / Milat Gazetesi 10 Ekim 2017

40 yaşlarında idi. Mahcup bir şekilde anlatmaya başladı:

Son günlerde sinirleri çok bozukmuş. Sıkıntılıymış ve düzeni alt üst olmuş. Konu 18 yıllık çok sevdiği hanımı imiş. İki de erkek çocukları varmış ve biri 15, diğeri 8 yaşındalarmış. Her şey yolunda giderken birkaç aydır ailelerinin üstünde kara bulutlar dolaşır olmuş. Hanımı soğuk davranmaya, devamlı cep telefonuyla meşgul olmaya, ilgisizlik ve sevgisizlik göstermeye başlamış.

Sebebini sorduğunda hanımı, “Ben artık seni sevmiyorum. Senden elektrik almaz oldum” diye cevaplandırmış. Bir gün karısının cep telefonuna bir erkekten fazla samimi oldukları izlenimi veren bir mesaj düştüğünü görünce bunun ne anlama geldiğini sormuş. Kadın, “Seni ilgilendirmez. O benim özel hayatım. Hem o mesajda bir şey yok” cevabını verince aralarında tartışma çıkmış ve belki biraz ağır konuşmuş olabilirmiş. “Kesinlikle sevgimden ve onu kaybetme korkusundan o lafları ettim. Ancak elimi dokundurmadım bile” şeklinde açıklıyor olan biteni.

Kadın soluğu mahkemede almış. Mahkeme ise erkeği dinlemeden hastamıza 6 ay evden uzaklaştırma cezası vermiş.

“Şiddet uygulamadım, hakaret de etmedim. Aksine eşim bana aşağılayıcı laflar etti.” dedi.

Bu konudaki 6284 sayılı kanun “ŞİDDETİN UYGULANDIĞI HUSUSUNDA DELİL VE BELGE ARANMAZ” hükmü içerdiğinden yapılan başvurular delil ve belge aranmaksızın kabul edilmiş ve hastamıza 6 ay evden uzaklaştırma verilmiş.

Şöyle devam etti:

“Evden ayrılmazsam hapis cezası varmış. Mecburen ayrıldım ve 15 yaşındaki oğlum da annesini protesto için benimle geldi. Verilen süre 1-2 gün olsa otelde kalabilirdim, ancak 6 ay oğlumla otelde kalmak beni madden çökertirdi. Annem babam memlekette idi, işimi bırakıp onların yanına da gidemezdim. İki evli kardeşim vardı ama onlara da sığınmam uygun değildi. Herkes ancak kendine yetiyordu. Bir ev tutmak zorunda kaldım. Bir iki eskiciden aldığım eşya ile orada kalıyorum. Ayrıca giyeceklerimi de alamadığım için yenilerini almak zorunda kaldım. Küçük çocuğumu da bana göstermiyor. Mahkemeye dilekçe verdim, bir şey çıkmadı.”

Hastamızın başına gelen bu facia nadir rastlanan bir olay değildir. Yılda 120 ila 130 bin ailede erkekler bu şekilde evden uzaklaştırma cezası almaktadırlar. Üstelik bu sürenin sonunda ailede gerginlik ve güvensizlik artmakta, bir araya gelmeleri zorlaşmaktadır.

Kralların bile giremediği, girmemesi gereken aileye artık polisin, jandarmanın, avukat, hâkim ve savcılar girmektedir. Artı bu rezalete dur denmelidir.

 

Konuya Dair Sekam'dan Çıkan "KADINA ŞİDDET" Raporunun Önsözü:

TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA KADINA ŞİDDET

SEKAM

Araştırmacılar

Yrd. Doç. Dr. Mücahit Gültekin

Uzm. Psk. Meryem Şahin

TAKDİM

Başta Aile yapımız olmak üzere Kültür ve Medeniyetimizin tüm değerlerine saldırı dışarıdan, farklı bir yaşam tarzından, seküler dünyadan gelmektedir. Bu saldırılar niçin etkili olabilmektedir? Etkili olmasında bizim payımız var mıdır?

Millet olarak, ülke olarak nerede hata yapmaktayız? Millet olarak, ülke olarak genelde dert yanmakta, yaşadığımız meseleler için hep başkalarını suçlamaktayız. Oysa asıl yapmamız gereken iş, kültür ve medeniyetimizi; tepkisellikten ve antitez olmaktan çıkarmak, kendi tezlerini ve projelerini üretmesini sağlamak, insanlığın gündemine kendi tezlerini sokmak, insanlığı huzura kavuşturacak çözümler sunmak olmalıdır. Bunu için sağlam, güvenilir bilgi ve belgeye ve bunlara dayanarak üretilen projelere İhtiyaç vardır. Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi(SEKAM) böyle bir ihtiyaçtan doğmuştur. Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Merkezi(SEKAM), saha araştırmaları, alan araştırmaları, vaka analizleri ve teorik derinlikli ilmi araştırmalar yaparak, bu görevi yerine getirmeye çalışmaktadır.

SEKAM, Ülkemizin, Medeniyet havzamızın ve insanlığın temel sorunlarını; bağımsız bir bakışla tespit edip fotoğrafını çekmeyi ilke edinmiştir. Bağımsız bir yaklaşımla tespit edilen sorunlara, kendi kültür ve medeniyetimizin temel değerleri, ana frekansları, esas alınarak çözüm önerilerinde bulunmaktadır. Ancak bu, araştırmanın dışında ve uzantısında mutlaka yapılması gereken ayrı bir çalışma olarak ele alınmaktadır. Çözümler, kendi kültür ve medeniyetimiz açısından elde edilmeye çalışılırken, tüm insanlığın birikiminden yararlanmak da esastır. Böylelikle, günü kurtaran anlık çözümler yerine, kalıcı, uzun vadeli çözümler üretilebilecek ve politikalar belirlenebilecektir.

Türkiye’nin günü birlik çözüm arayışlarından kurtulması gerektiğine inanmaktayız. Günü birlik çözüm arayışlarının, bu ülkeyi her seferinde getirdiği nokta bellidir. O nedenle zor, meşakkatli ve bedel isteyen çözümler için, halkın katkısı, fedakârlığı istenmelidir. Halkın aktif desteği olmadan, siyasetin, tek başına sorunları çözüme kavuşturması mümkün değildir.

SEKAM’in yaptığı “Türkiye’de Aile”  araştırması ile toplumsal yapı, evlilik, nikâh, eşe ilişkin tutum ve tavır lar, namus, cinsellik, boşanma, şiddet, anne baba çocuk ilişkisi, anne-babaların çocuk yetiştirme tutumları, çocuklarla iletişim, medya ve boş zamanları değerlendirme alt alanlarında Türkiye’nin aile fotoğrafı çekilmiştir. Bu alt alanların her biri; bölge, cin siyet, yaş, eğitim düzeyi, medeni durum, aylık gelir düzeyi, ailenin kendisini hissettiği sosyo-ekonomik düzey, meslek, evlilik süresi, doğulan yerleşim merkezinin niteliği, en çok yaşanan yerleşim merkezinin niteliği, şu anda yaşanan yerleşim merkezinin niteliği, çocuk sahibi olup olmama, evliliğin anlamı, yapılan evlilik sayısı, evlenme biçimi, ev lilikten memnuniyet düzeyi, evlilik yaşı, eşten memnuniyet düzeyi, eşle iletişim düzeyi ve sıklığı, internet kullanma sıklığı, dini bilgi düzeyi, dini bilgiyi edinme biçimi, aileye yüklenen anlam, namusa yüklenen anlam, TV izleme sıklığı faktörlerine bağlı olarak incelenmiştir. Bu çerçeve esas alınarak daha sonra ‘Savrulan Dünyada Aile’ sempozyumu, düzenlenmiştir.

Ailenin özelliklerinden biri, hem değişimin bir aracı olması, hem de değişime karşı en şiddetli direnen bir kurum olmasıdır. Osmanlı’nın son yüzyılı ile Cumhuriyet dönemi aileyi dönüşüm aracı olarak görmüş ve kullanmıştır. Bu, Türkiye’deki aile ile ilgili yaşanan krizin temel nedenlerinden biridir. Aile başlangıçta, roman ve hikâyeler üzerinden dönüştürülmeye çalışılmıştır. Sonra romanın yanı sıra, medya, film, dizi, internet, turizm, moda ve müzik birer dönüşüm aracı olarak kullanılmıştır.

Türkiye’nin, batılılaşma serüveni ile ülkeye, Batı kültür ve medeniyetinin değerlerini kabul ettirmede aileyi, toplumsal değişimin bir aracı olarak kullanmasının, bugün yaşanan krizde payı fazladır. Batı kültür ve medeniyet değerlerinin, eğitim aracılığıyla bu ülke insanına kabul ettirilmek istenmesi; aynı kalp ve ruhta iki farklı değer sisteminin var olmasına sebebiyet vermiştir. Bu da, ailenin sahip olup savunduğu kendi kültür ve medeniyetinin değerleri ile aileye dayatılan yabancı değerlerin çatışmasını ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucu, toplumsal şizofreni dediğimiz bir durumdur. Özellikle yetişen genç nesiller, okulla aile arasında, değer çatışmasının kurbanları olmuşlardır. Bu durum daha sonra kurdukları aile yapılarında etkisini göstermiştir. Bu gerçeği, bir saha çalışması olarak yaptığımız “Türkiye Gençlik Raporu” araştırmasında(2013) çok açık bir şekilde müşahede etmekteyiz.

Medeniyet değiştirme çabaları doğrultusunda, sosyal boyut göz önüne alınmadan yapılan plansız ve programsız sanayileşme, kentleşme, göç, nüfusun belli yerlerde yoğunlaşması, aile açısından yığınla problemi beraberinde getirmiştir. Ekonomik krizler, işsizlik, yoksulluk, kent hayatında daha da korumasız vaziyette bulunan aileyi olumsuz yönde etkilemiştir. Evliliğe ilginin azalmasına, gayrı meşru “nikâhsız birlikteliklerin” artmasına sebebiyet vermiştir. Kadının iş hayatında fıtratına uygun olmayan iş kolları ve ortamlarda çalışması, doğurganlık hızının düşmesi ve neslin yaşlanması sorununu ortaya çıkarmıştır. Türkiye şu an olayın bu boyutuyla ilgili ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olmamakla beraber, tedbir alınmadığı takdirde, mevcut ivme geleceğin tehlikeli olabileceğini göstermektedir.

Küreselleşme adı altında estirilen rüzgârın, tüm yerli değerlere bir saldırı boyutunda olması, toplumsallaşma yerine bireyselleşmeyi teşvik etmesi, tüketim kültürünü savunması, sabit kalıcı hiçbir değer kabul etmeyip, her şeyi haz ve tüketim kültürü üzerine oturtma sı, ciddi bir tehlike olarak ülkemizdeki aile yapısını tehdit etmektedir. Her şeyi eşyalaştırma, alınır satılır meta durumuna indirgeme, toplumsal değerlerde çözülmeye sebep olmaktadır. Hayatın maddileştirilmesi, evliliğin sadece haz ve madde üzerine inşa edilmesi ile aile bireyleri arasında birbirine tahammül azalmaktadır. Birbirinin kahrını çekme duygusu zayıflamaktadır. Sabır olmayan bir yerde bir müddet sonra sevgi, saygı ve sadakat da olmamaktadır. Tek ebeveynli ailelerin artması ile psikolojik ruhsal dünyaları yıkılmış çocukların, geleceğin Türkiye’sinde çok ciddi bir sorun olacağı gözden ırak tutulmamalıdır.

Aile yapısına bizim kültür ve medeniyetimizin yüklediği kutsallık, batılılaşma serüveni ile maddileştirilince; nikâhın sağladığı kutsiyet anlamsızlaşmaya başlamış ve hazzı esas alan nikâhsız birliktelikler artmaya başlamıştır. Bu da gayrı meşru çocuk sorununu beraberinde getirmektedir.

BM, 1999 yılında “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” mücadelesinin en önemli kazanımı olarak görülen CEDAW sözleşmesine ek bir protokolü kabul etmiş ve üye ülkelerin onayına sunmuştur. BM ve AB, üye ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını uygulamasını önemsemekte, ülkelerin takibini yapmakta ve periyodik değerlendirme raporları yayınlamaktadır. “Toplumsal cinsiyet eşitliği”, AB uyum sürecinin de önemli makro göstergeleri arasında yer almaktadır.  Türkiye, 8 Eylül 2000’de imzaladığı bu protokolü, 30 Temmuz 2002 tarihinde onaylanmıştır. Ayrıca Türkiye, 2011 Mayıs ayında, kısa adı “İstanbul Sözleşmesi/Konvansiyonu” olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” adlı uluslararası sözleşmeyi, hiçbir maddesine çekince konulmaksızın, imzalayarak kabul etmiştir.  Bu sözleşme, 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”a esas teşkil etmiştir. “26218 Sayılı Başbakanlık Genelgesi: Çocuk Ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre Ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler”, 4 Temmuz 2006 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikasını(TCE) bakanlıklar üstü bir ana bir politika haline getirmiş, 9. Kalkınma planı, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine duyarlı olarak hazırlamıştır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı,   bu genelgenin uzantısında “2007-2010 Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı” hazırlanmış ve yürürlüğe sokulmuştur. Bu plan daha sonra “2008-2013 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Ulusal Eylem Planı” ve “2012-2015”Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Ulusal Eylem Planı” şeklinde yol boyu güncellenmiştir.   Ayrıca Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün “Kadına Yönelik Aile İçi şiddetle Mücadele Projesi” kapsamında Avrupa Birliği desteğiyle “Aile İçi Şiddetle Mücadele El Kitabı” yayınlanmıştır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikasına dayalı uluslararası belgeleri esas alan yönetmelik ve genelgeler çıkarılmıştır.

AB uyum yasaları çerçevesinde hazırlanan yasalar, toplumsal yapı ve dinamiklerle uyuşmamaktadır. Batı Kültür ve medeniyetinin aileye ilişkin ürettiği kavram, teori ve modeller, yapılar ve bulduğu çözümler, kendi toplumsal yapımız, zihin dünyamız, kendi değerlerimiz ve kültür ve medeniyetimizle uyuşup uyuşmadığına bakılmadan alınmakta, test edilmeden, sonuçlarının ne olabileceği öngörülmeden hemen uygulamaya sokulmaktadır. Bu anlamda “Toplumsal Cinsiyet eşitliği” ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları”, “şiddet”, “kadına şiddet”, “cinsel yönelim” gibi kavramlar, aileyi ilgilendiren önemli, hayatı kavramlardır. Bunların felsefi boyutları, ana kabulleri ve getirip ne götürecekleri tam olarak tartışılmadan uygulamaya sokulması, Türkiye’nin ciddi bir zaafıdır. Bu gerçek, kanun yapıcılar tarafından göz önüne alınmamaktadır.

Bu tehlikelere dikkat çekmek amacıyla “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile (İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye) adlı araştırma raporu ile Türkiye’de ilk defa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği(TCE) ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları masaya yatırılarak tartışmaya açılmıştır. Rapor, bu politikanın uygulandığı ülkelerdeki durumu, “evlenme ve boşanma oranları”, “aile yapısı”, “kadına yönelik şiddet oranları”, “intihar oranları” ve “alkol ve madde kullanımı oranlarını” göz önüne alarak bir değerlendirme yapmakta ve sonuçları, kamuoyunun dikkatini sunmaktadır.

Elinizdeki “Türkiye’de ve Dünyada Kadına Şiddet” adlı rapor, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile (İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye)” Raporunun uzantısında hem Türkiye’de hem de Dünyada Kadına şiddet olgusunu, istatistikî verilere, yapılmış bilimsel çalışmalara, araştırma raporlarına ve yayınlanmış resmi belgelere dayanarak incelemekte ve tartışmaya açmaktadır. Bu rapor, özellikle şiddet tanımına dikkat çekmektedir.  Tanım üzerinden ailenin şuurlu bir şekilde tahrip edilmesine dönük politikaların uygulanmak istediği olgusunu, tartışmaya açmaktadır.  Rapor sonuçlarına göre Aile ortamının, evliliğin ve evin güvenilmez olduğu, şiddetin kaynağı olduğu şeklinde bir zihinsel alt yapı oluşturulmak istendiği ortaya çıkmaktadır. Şiddetin tüm risk faktörleri göz önüne alınmadan şiddetin tek nedeni, “Toplumsal cinsiyet eşitsizliği” olduğu gösterilmekte, insanlar ve toplum yanıltılmaktadır. Veriler, yanlış yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Kadın kadın olduğu için şiddete maruz kaldığı şeklinde bir zihin inşa edilmeye çalışılmaktadır. Kadının hem kocasına hem de çocuğuna uyguladığı şiddet üzerinde hiç durulmamakta, bu olgu yok varsayılmaktadır. Kadına şiddeti cinsiyet temeli üzerinde açıklayan zihniyet, bu iki konuyu görmemezlikten gelmekte, cinsiyet faktörünü hiç göz önüne almamakta, söz konusu etmemektedir. Kadına şiddet amaçlı yapılmış saha araştırmalarında sorularla, muhataplar yönlendirilmektedir.  Alınan cevaplardan feminist tezleri desteklemeyen sonuçlar, hiç değerlendirmeye alınmamaktadır. Raporda,  Kadına şiddetle ilgili yayınlanmış resmi belgeler, ayrıntılı bir şekilde incelenmekte ve tartışılmaktadır.

Okuyucular devletin yayınlayıp yürürlüğe soktukları bu belgeleri ve bunlarla ilgili analizleri incelediklerinde,  bu belgeleri övünerek uygulamaya soktuklarını anlatan siyaset erbabının, yürürlüğe soktukları bu resmi belgelerin muhtevasından habersiz oldukları gibi bir kanaate ulaşacaklardır. Aksi takdirde kendi dünya görüşleri, hayat felsefelerine zıt olan bu belgeleri, siyasetçilerin niçin yayınladıkları ve uygulamaya soktukları anlaşılamamaktadır. Bu noktada siyaset ile bürokrasi arasında kör bir nokta, bir kara delik bulunduğu kanaatindeyiz. Bu nedenle Siyaset bürokrasi ilişkisi, Türkiye’de tartışılmalıdır.

Türkiye’de aileye ilişkin yapılan tüm araştırmalarda Batıya göre aile yapımızın daha iyi olduğu ve fakat çözülme istikametinde bir eğilim gösterdiği ifade edilmektedir. Kötüye gidişin ana sebebi olarak da bireysel, ailevi ve toplumsal değerlerde çözülme ve çürüme olması gösterilmektedir. Mevcut aile yapımız, Batıya göre daha iyi durumda iken ve Batıda Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine dayalı politikaların uygulanması ile ortaya çıkan tablo daha kötü iken, niçin ithal ürün olan, kendi kültür ve medeniyet değerlerimizle uyuşmayan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları uygulanmaktadır?

Bu sorunun cevabını toplum olarak bulmalı ve vermeliyiz. Üzerimize düşen sorumlulukları da yerine getirmeliyiz. Bu açıdan “Türkiye’de ve Dünyada Kadına Şiddet” ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile (İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye)” adlı raporlarımızın cevabı bulma noktasında çok önemli bir rol üstleneceği kanaatindeyiz.

Bu araştırmayı büyük bir fedakârlıkla gerçekleştiren Aile Akademisi Derneği kıymetli araştırmacılarından Yard Doç. Dr. Mücahit Gültekin’e, Uzm. Psikolog Meryem Şahin’e, araştırmayı dikkatli bir şekilde okuyup katkı sağlayan Araştırma ve Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Vahap Yaman’a ve kitaplaşmasına katkı sağlayan Araştırma ve Kültür Vakfı Genel Müdürü Aşkın Özcan’a ve diğer emeği geçenlere teşekkürü bir borç biliriz.

Prof. Dr. Burhanettin CAN

SEKAM Yönetim Kurulu Başkanı