Sekam
Henüz vakit varken...
Mail Adresiniz :
Şifreniz :
Mail Adresiniz : Şifreniz : Şifre Tekrar : Adınız Soyadınız : Telefon No ( isteğe bağlı) :
Dijitalleşmiş Arkadaşlık

Dijitalleşmiş Arkadaşlık

Sena Yılmazkarasu 13 Ağustos 2019

Oğlum odasından “Birkaç dakikaya geliyorum,” diye bağırdı, “Bir arkadaşla Xbox oynuyorum.”

“Kim o arkadaşın?” diye sordum.

“Scuzzball diye biri,” şeklinde cevapladı.

“Scuzzball’un gerçek adı ne peki?” dedim. 

“En ufak bir fikrim yok,” dedi biraz rahatsız olmuş şekilde.

“Nereli?” diyerek devam ettim.

“Kanada’da bir yerden galiba… Aa hayır, belki Fransa’dır. Tam da bilmiyorum. Dur, şu an bu hiç önemli değil; çünkü Scuzzball demin oyundan çıktı ve bir bot yerini aldı.” 

“Kötü olmuş,” diyerek derdini paylaşmaya çalıştım, “Yapay zekâ, arkadaşının yerine mi geçti?

“Önemli değil baba, her zaman olan şey! Oyun devam ediyor.”

Oğlumun bir kişiyle ya da bir botla oynamayı farklı görmemesi aslında bugünlerde oyun oynayanların sıklıkla yaptığı bir şey. Birbirlerine “arkadaş” olarak hitap etseler de bana aralarındaki bu bağ çok da sağlam gelmiyor. Scuzzball’un ve oğlumun gerçekten arkadaş olabilmelerini asla anlamıyorum. Ve bu beni endişelendiriyor. Benim büyürken tattığım o internet öncesi, yüz yüze arkadaş olma deneyiminin internet sonrası çocuklarımıza kalıp kalmayacağını merak ediyorum. Ve bu konuda yalnız değilim. 

İnsanlık tarihi boyunca arkadaşlık “iyi yaşam” anlayışımızın önemli bir parçası olmuştur. 4000 yıl kadar önce yazılmış olan bilinen en eski masal Gılgamış Destanı, Gılgamış ve çok sevdiği arkadaşı Enkidu arasındaki yakın arkadaşlığı anlatır. İncil’deki Naomi ve Rut’un hikayesinde de Rut’un kan bağı olmaksızın Naomi’ye gösterdiği büyük sadakat ve adanmışlık teması arkadaşlığı över. 

Her sene yaşamımızın daha fazla bölümü dijital ortamda geçiyor. Ortalama bir ergen günde dokuz saate kadar çevrimiçi kalıyor. Üniversite birinci sınıftaki öğrencilerim günde neredeyse 12 saat ekran başında geçirdiklerini söylüyorlar; çünkü ödevlerini de artık çevrimiçi ortamda yapıyorlar. 2018’deki Pew Raporuna göre, 18-29 yaş aralığındaki kişilerin %90’ı düzenli olarak sosyal medya kullanıyor. 2016’da Amerikan Pediatri Akademisi bir uyarı bildirgesi yayınladı: “Sosyal medyayı aşırı kullanan çocuklar, sorunlu internet kullanımı riski altındadır ve video oyunlarını çok sık oynayan kullanıcılar ise internette oyun oynama bozukluğu riski altındadır.” Silikon Vadisi bile bu dijital ütopya konusuna gittikçe daha şüpheli yaklaşıyor: “Artık teknoloji uzmanlarının %32’si önümüzdeki senelerde dijital hayatın akıl sağlığımıza zarar vereceğine inanıyor.”

2005 yılında, insanlar ortalama yakın arkadaş sayısının üçte ikiye düştüğünü belirtti. 2006’da yapılan bir çalışmanın sonucunda ise, katılımcıların yaklaşık %25’i hayatlarında gerçekten güvenebilecekleri hiç kimsenin olmadığını söyledi. Daha yakın zamanda yapılmış araştırmalar, bu tür gelişmelerin devam ettiğini, çünkü ergenler arasında samimiyetin artık rasyonellikle yer değiştirdiğini gösteriyor. 

Ancak samimiyetin kayboluşu, asıl çevrimiçi ortamda büyüyen gençleri çok da endişelendiriyor gibi görünmüyor; nadiren yüz yüze gördükleri veya hiç görmedikleri internet “arkadaşlarının” oluşturduğu geniş bir çevre tarafından sosyal anlamda desteklendiklerini hissettiklerini bildiriyorlar. Daha geniş bir kitleden “beğeni” almak veya diğer dijital destekler, tekrar tekrar gösterdikleri öz-ifadelerini onaylıyor. 

Ama gençlerin ne kaybettiklerinden haberi var mı? Ve bunun önemi var mı?

Sosyal yalnızlık yarım milyon gencin “Hikikomori”, yani evden çıkmayan münzeviler olarak yaşadığı Japonya’da önemli derecede arttı. Aynı şekilde, Britanya’daki yalnızlık o kadar arttı ki devlet “yalnızlık bakanlığı” kurdu. Yeni bir ankete göre, Amerika ve Britanya vatandaşlarının %86’sı “teknoloji kullanımı artışının” sosyal yalnızlığa katkıda bulunduğuna inanıyor. 

Arkadaşlık üzerine yazılmış ilk felsefi eserlerden biri Aristoteles’e aittir; Nikomakhos’a Etik kitabında hoş vakit geçirmek ve faydalanmak temelli arkadaşlıkların kolaylıkla kurulduğunu, ancak kolaylıkla da bitebildiğini söyler çünkü bu tip bağlar zayıftır. Bunun aksine derin dostluklar, söz konusu ilişkiden faydalanma kaygısı olmaksızın kişiye sırf arkadaşınız olduğu için önem verdiğinizde gelişir. Bu özverili bir arkadaşlıktır. Bu tip arkadaşlardan yalnızca birkaç tane edinebilirsiniz çünkü bu arkadaşlıkların gelişebilmesi için çok vakit, çaba ve uğraş vermeniz gerekir; aynı zamanda iki hayatın genel olarak birbirine geçmesi ve karışması lazımdır. Bu insanlarla zaman geçirmelisinizdir ve birbiriniz için bazı şeylerden feragat etmelisinizdir.

Sınıf arkadaşları ve iş arkadaşları normal bir arkadaş sayılabilir, aynı şekilde spor takımlarındaki oyuncular ve müzik gruplarındaki grup arkadaşları, karı kocalar, dinî ve askerî meslektaşlar da olabilir. Bu örnekler arkadaşlığın tam anlamıyla gerçekleşmesi için üç kritere sahip olması gerektiğini gösterir: paylaşılan deneyim, sadakat ve paylaşılan amaç veya zihnen bağlanma. 

Peki, dijital ortamdaki çevremiz ne olacak? Scuzzball ya da asla tanışmadığınız Facebook arkadaşınız gibi internet “arkadaşlarımız” amaç kriterini doldurur, çünkü uzun vadeli hedeflerimiz, hayal kırıklıklarımız, inançlarımız ve kafamızda geçen diğer şeyler hakkında uzun uzun konuşuruz.

Biriyle internet ortamında deneyimlerimizi paylaşabiliriz, ama bu deneyimler yüz yüze deneyimlerin yanında zayıf kalır. Çevrimiçi maceralar (sosyal çevre edinme, oyun oynama) belli bir etkileşimle bellenmiş arkadaşlık bağlarını tabii ki güçlendirebilir, ama acaba bu bağları yaratabilir mi?

Örneğin, ergenlerin çevrimiçi takımlarla “Call of Duty” oynaması paylaşılan duygusal deneyimler olduğu anlamına gelir; oğlumun takımının, düşman cephanelerini kaçırmak için birlikte uğraşması durumunda olduğu gibi. Ve bu paylaşılan maceralar büyük ölçüde dopamin haz sistemini çalıştırır, yani ortada bir bağlanma durumu söz konusudur. Ancak, internet “arkadaşları” dopamin sağlayan araçlardan sadece biraz daha fazlası olabilir ve çok da yıpranmadan bir başkasıyla kolayca yerini alabilir. Hatta Scuzzball’un kim olduğunu, nerede yaşadığını, bir insan ya da bir bot olup olmadığını bilmeye gerek olmaz.

Derin bir dostluk için gereken türde bir buradalık, çoğu internet ilişkisinde yoktur. Arkadaşlık konusunda buradalık kavramı, “yanında olmak” ve “onun için yapmak” (feragat) kavramlarını da beraberinde getirmek zorundadır. “Yanında olmak” ve “onun için yapmak” kavramlarının sosyal medya sitelerinde (interaktif oyunlarda bile) aldığı hal, kaybedilecek çok bir şey olmadığı için saçma görünür. 

Daha da önemlisi, dijital hayatın bu “paylaşılan ortamı” somut bir ortam değildir. Birbirimize dokunamayız, birbirimizi koklayamayız, yüz ifadelerini ve ruh hallerini saptayamayız vs. Gerçek bağ kurmak psikolojik olmaktan daha çok biyolojiktir ve fiziksel etkileşime ihtiyaç duyar. Gerçek arkadaşlıklardaki duygusal olarak birbirinin içine geçme durumu, arkadaşların beyinlerinde ve vücutlarında oksitosin ve endorfin üretir; bu da onları diğer ilişkilerden daha derin kılar.

Sanal gerçekliğin ve artırılmış gerçeklik teknolojisinin yakında böyle arkadaşlık kurma deneyimleri yaratması mümkün. Sanal gerçeklik içinde olsa bile, bir başkasıyla belli şeyler yaşaması oksitosin ile beslenen daha derin bir bağ oluşturmaya daha yatkındır. Ancak günümüzde sosyal medya beynimizin ödül sistemini daha yüzeysel olarak uyarır (dopamin, ventral tegmental alana sıçrar.)

Belki de derin dostlukların en tanımlayıcı özelliği “onun için yapmak” kısmıdır; kavga sırasında arkadaşımın arkamda olması veya daha gündelik bir örnekle, hasta olduğumda bana çorba veya ilaç getirmesi bu özelliğe sahiptir. Yalnızca ortak aktivitelerle inşa edilmiş güçlü bağlar, gerçekten ödün vermeyi güdüleme gücüne sahiptir. Fakat internet “arkadaşlarının” neden bir arkadaşlık için bu kadar uğraşmaya zahmet edeceği şaibelidir. İşler zorlaştığında sanal alemdeki arkadaşım daha az problemli, daha az talepkar arkadaşlarına dönmez mi? Lisans öğrencilerime hasta olduklarında onlara çorba getirecek birileri olup olmadığını sorduğumda, benim Taş Devri’nden kalma soruma güldüler ve hemen internetten çorba sipariş edebileceklerini söylediler.

Sonuçta arkadaşlık ve dijital hayat konusunda üç ihtimal vardır. İlk ihtimal dijital hayatın bir arkadaşlığın tüm temel kriterlerini yerine getirmesidir, bunda bir problem yoktur. Ben bundan gerçekten şüphe duyuyorum. Alternatif olarak, dijital hayat gerçek hayatımızın her bir anını doldurur ve emer, böylelikle arkadaşlık kurma imkânımız olduğu yerlerle (spor, kolektif sanat, serbest çocukluklar vs.) ilgilenmeyiz. Veya son olarak dijital alem sahte arkadaşlıklar yaratır (çünkü somut değillerdir.) Başka bir deyişle, gençler gerçek arkadaşlığın hayatlarında eksik olduğunu bilmezler.

Belki de teknolojiden korkumuz abartıdır. Oğlum ortalama bir Amerikan çocuğun hâlâ her gün okulda saatlerce yüz-yüze sosyalleştiğini hatırlatıyor. 

Arkadaşlarıyla ne yaptığını sorduğumda “Takılıyoruz!” dedi bana. “Öğle arasında ve boş vakitlerde, telefonda çok oyunculu oyunlar oynuyoruz; kızlar ve öğretmenler hakkında konuşuyoruz. Birbirimize ödevlerde yardımcı oluyoruz. Birbirimizi küçük düşürüyoruz, komik fotoğraflara gülüyoruz, bazen birbirimize eşek şakaları yapıyoruz,” şeklinde de bir açıklama yaptı.

İyi bir arkadaşın nasıl olması gerektiğini sorduğumda, “Arkadaşların ortak zevkleri olması lazım, ayrıca karşımdaki komik bir insan olunca da seviyorum. Sanırım aynı zamanda düşünceli ve sadık da olmalılar… ama eleştiri almaya ve vermeye de açık olmalı!” dedi. 

Bu mütevazı kriterler kendi kriterlerime çok yakın. Kendi arkadaşlıklarımda, kusurlu ilişkinin hiçten iyi olduğunu kabul etmeye hazırım; bu yüzden sanırım aynı gerçekçiliği oğlumun jenerasyonuna da göstermeliyim.

Doğrusunu söylemek gerekirse, sanal alem hakkında ne kadar çok öğrenirsem arkadaşlık anlayışımdan o kadar şüphe duymaya başlıyorum. Bir şeyi kuramlaştırmak ilk defa yaptığım bir şey değil.

Örneğin, Duchenne kas distrofisinden vücudu tamamen harap olmuş Mats Steen adındaki bir genç adamın haberini okuduğumda şaşırmıştım ve etkilenmiştim. Steen 25 yaşında ölmeden önce, kaslı avatarıyla “World of Warcraft” oyununun sanal ortamında birçok fedakâr arkadaş bulmuş.

Steen bloğunda “Engelim önemli değil, benim zincirlerim kırıldı ve ben artık ne istersem onu olabilirim. Ben orada normal hissediyorum,” yazmış. Sanal ortamdaki birçok yakın arkadaşının engelinden haberi bile yokmuş ve gece muhabbetleriyle yakınlaşmışlar; cinsiyet, ırk, din, mekân, yaş, kabiliyet fark etmeksizin günlük sıkıntıların paylaşımından ortaya çıkan gizemli bir ruh bağı oluşturmuşlar. Steen’in farklı ülkelerden bazı çevrimiçi arkadaşları cenazesine katılmak ve ailesine baş sağlığı dilemek için Norveç’e gitmişler. Arkadaşlık ölçütlerine göre, bu hareket birine çorba götürmekten çok daha etkileyici. 

Sanıyorum ki sanal alem üzerine endişelerimiz kaçınılmaz. Önceleri sosyal hayatımızda hiç böyle bir şey görmemiştik. Belki de çocuklar haklıdır. Hatta Scuzzball bile. 

Yazar: Stephen T. Asma
Çevirmen: Sena Yılmazkarasu
Kaynak: The New York Times