Sekam
Henüz vakit varken...
Mail Adresiniz :
Şifreniz :
Mail Adresiniz : Şifreniz : Şifre Tekrar : Adınız Soyadınız : Telefon No ( isteğe bağlı) :
Bir İfsâd Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-5

Bir İfsâd Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-5

“Rıza merkezli cinsel özgürlük ve cinsel yönelim kavramsallaştırılmaları ile, ahlaka, nikaha, namusa, edebe, hayâya, vakara, şerefe, iffete, aileye, nesle ve insan fıtratına yoğun, şiddetli bir psikolojik savaş açılmıştır. Bu gerçek görülmelidir. Toplumun ifsadı, gelecek nesillerin feda edilmesi, neslin yaşlanması, değişik hastalıkların ortaya çıkması ile sağlıksız bir neslin zuhur etmesi; cinsel tatminin gayrimeşru bir şekilde sağlanmasının sonuçlarıdır.”

2011 İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE 6284 SAYILI YASADAKİ KAVRAMLAR ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLEN PSİKOLOJİK SAVAŞ

Toplumun ifsadı, gelecek nesillerin feda edilmesi, neslin yaşlanması, değişik hastalıkların ortaya çıkması ile sağlıksız bir neslin zuhur etmesi; cinsel tatminin gayrimeşru bir şekilde sağlanmasının sonuçlarıdır. Yaratılış kanunlarına aykırı, insan fıtratına zıt, zararlı ve toplumun geleceğini, neslin devamı yasasını ihlal ederek tehlikeye sokan hiçbir düşünce ve yaşam tarzı meşru kabul edilemez.

Prof. Dr. Burhanettin CAN - Umran Dergisi

“Onlar,  yalana kulak verenler,  sana gelmeyen diğer topluluk adına haber toplayanlardır. 

Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar.” (5 Mâide 41)

İbni Haldun’a göre mağlup olan toplumlar, galip gelen toplumları hem davranış hem de düşünce olarak taklit ederler.[1] Mağlubiyetlerin asıl sebeplerine inerek çözüm arama yerine, şekli olarak çözüm arama tüm mağlup toplumlarda görülebilecek olan bir şuuraltı olayı, bir hastalık hâlidir.

Son dönem Osmanlı aydınları ve yönetici kadroları, Batı karşısında alınan seri askerî mağlubiyetlerin bir sonucu olarak Avrupa’yı taklit etmeyi, onda var olan her şeyi, toplumsal yapıya, kimliğe, değer sisteminin ana bileşenlerine, ahlak sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına uyup uymadığına, ihtiyaç olup olmadığına bakmadan almayı, adeta bir ilke hâline getirmişlerdir. Bu yolla mağlubiyetleri durduracaklarına samimi olarak inanmışlardır.[2]  

Cumhuriyet döneminde ise bu durum, zaman zaman durağanlaşsa da kesintiye uğramamıştır. Toplumsal tepkileri yumuşatmak için “Avrupa Birliği’ne üye olmak” her derde deva olarak sunulmuştur. Böyle bir zihni yapının uzantısında AB uyum yasaları çerçevesinde ithal edilen bir kavram ve bir politika da, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” (TCE) kavramı ve politikasıdır.

2011 İstanbul Sözleşmesi, 6284 Sayılı Aileyi Koruma(!) Yasası, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4721 Türk Medeni Kanunu, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği referans alınarak hazırlanmış olduğu anlaşılmaktadır. Tüm bu yasa ve uygulama yönetmeliklerini yazanların kullandıkları dil ve kavramlara yükledikleri anlamlar ve kavramlara yaptıkları vurgular, bir psikolojik savaş mantığının ürünüdür.

Bu yazıda, bu yasalarda kullanılan kavramlar üzerinden yürütülen bir psikolojik savaşın varlığına dikkat çekilecektir.

Kelimelerin Anlam Alanları, Anahtar Kelime, Odak Kelime

Kelimeler, yalnızca bir konuşma aracı değil, aynı zamanda, toplumun içinde bulunduğu durumu, dünya görüşünü, sistemi, kültür ve medeniyet kodlarını algılayıp değerlendirebilme aracıdır da. Toplumun ilişkileri, davranışları, anlayışları, kültür ve yaşantısı hakkında bilgi verirler. Dolayısıyla kelimeler/kavramlar, hem bir zihinsel yapı inşa eder, hem de onu korur ve diri tutar.

Bazı kelimeler tek anlamlı, bazıları da birden fazla anlamlıdır. Bazı kelimelerin yalnızca sözlük anlamları (esas anlam) vardır. Esas mana, kelimenin her zaman taşıdığı asıl anlamıdır.

Bazı kelimelerin sözlük anlamlarının yanı sıra, sözlük anlamlarından daha öncelikli olarak kullanılan bir başka anlamları daha vardır ki; bunlara da ıstılahı/terim/izafî anlam/anlamı denmektedir. Kelimenin ıstılahı manası, kelimenin içinde bulunduğu sistemden ve bu sistemdeki diğer kelimelerle kurduğu ilişkiden doğan özel bir anlamdır.

Kelimelerin ıstılahı anlamları, bir mıknatısın çekim alanı gibi başka kavramlarla özel bir ilişki ağı kurarak, genel düşünce ve kültürel yapı sisteminin içinde özel bir konum alır. Genel olarak bir sistem içinde yer alan bu tür kelimelere “anahtar kelime” adı verilmektedir. Bazen de bir anahtar kelime merkezi konum alarak birçok anahtar kelime ile bir etkileşim alanı meydana getirir. Bu anahtar kelime “odak anahtar kelime” olarak anılır.[3] Hukuk literatüründe “suç”, “ceza”, “ahlak” kavramları odak anahtar kavramlardır. Ahlak sisteminde “namus”, “haysiyet”, “ar”, “hayâ”, “edep”, “adap”, “iffet”, “şeref” kelimeleri, anahtar kavramlardır.

Kelimeler/kavramlar, toplumun içinde bulunduğu durumu, dünya görüşünü, sistemi, kültür ve medeniyet kodlarını algılayıp değerlendirebilme aracı olduğundan, toplumun dünya görüşünde, düşünce dünyasında, değer algısında meydana gelen değişimler, dile ve kavramlara/kelimelere yansır. Buna “dilde zaman faktörü”/ “Dilde Dinamik ve Statik Olgu” denmektedir.[4] Zamana bağlı olarak bazı kelime/kavramlar doğarken bazıları yok olup gider, bazıları da varlığını devam ettirir. Dilde var olan kelime/kavramlarla ilgili kelime hazinesinden tarihsel olarak, tarihsel akışı içinde belli bir anda bir kesit alındığında, kelime hazinesinden hangi kelimelerin yok olduğu, hangilerinin varlığını devam ettirdiği ve hangilerinin de göz önüne alınan kesitte doğduğu kolayca görülebilir(Şekil1).

Dolayısıyla, kelime/kavramların değişimi ile toplumsal değişim arasında ciddi bir ilişki vardır. Bu durum, Türkiye’de aileyi ilgilendiren kelime ve kavramların, hem kelime olarak hem de anlam olarak, Cumhuriyet’in başından bu güne olan değişiminde kolayca görülebilir (Tablo 1).

Konfüçyüs’e, ‘Toplumun kaderi senin eline verilirse onu düzeltmek ve iyileştirmek için ne yapardın?’ diye sormuşlar. Konfüçyüs’ün cevabı; “İlk işim isim ve kavramları değiştirmek olacaktır.  Çünkü toplum, isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve kullanmakla bozulur”.[5] şeklinde olmuştur. Max Müller,  “yanlış kelime kullanımının” “dili”, “ahlakı” ve “yaşam tarzını” kötü etkileyeceği düşüncesindedir: ‘Kelimelerin yanlış ve bozuk kullanılması önce eserde dil hastalığı, sonra da ahlakta hastalık doğurur; çünkü bozuk bir kelime ve yanlış bir deyim giderek yaşamanın bir parçası hâline gelir.’[6] Rahmetli Cemil Meriç, İslâm dünyasındaki aydınların, kavramsal kaos içerisinde olduğunu belirterek yanlış kelime kullanımının tehlikesine dikkat çekmiştir: “Kaynaklarından kopan bir intelijensiyanın kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmaktır...”[7] Yusuf Has Hacip’e göre; “Aklın süsü dil, dilin süsü söz; Kişinin süsü yüz, yüzün süsü de göz”dür[8] Bir hukukçu olan Carnelutti; “İsim meselesi. Bir zamanlar ben de bana öğretildiği gibi önemsiz derdim. Kelimelerin değerini şimdi ve her gün biraz daha fazla anlıyorum.” demekle benzer tehlikeye dikkat çekmiştir.[9]

Cumhuriyetin başlangıcında fert ve toplum için hayatı öneme haiz olan muhtevası derin ve ağırlığı olan kelimelerin/kavramların kahir ekseriyeti bugün yok olup gitmiş; onların yerine derinliği, muhtevası zayıf olan kavramlar gelip yerleşmiştir. Kelimelerdeki/ Kavramlardaki değişim, Osmanlı’da Tanzimat ve Islahat hareketleri ile başlamış; Cumhuriyet döneminde hızlanmış, günümüzde ise zirve yapmıştır. Acaba, Tanzimat ve Islahat hareketlerinden bu yana meydana gelen bu kavramsal değişim tesadüfi mi, yoksa özel bir harekâtın sonucu mu?  Bunu daha iyi anlayabilmek için psikolojik savaşta kavramların önemini ele alıp değerlendirmeliyiz. 

Psikolojik Savaş Nedir?

Psikolojik savaş, insanlık tarihinin başlangıcında Hz. Âdem’le İblis arasında başlayan mücadelede kullanılan en etkin mücadele şekli olup tarihin şekillenmesinde son derece önemli rol oynamış ve oynamaya da devam etmektedir. İnsanlık tarihinin başlangıcından itibaren kullanılmış olmasına rağmen, sistemleştirilmesi ve çok etkin hâle getirilmesi, 20. asırda olmuştur.

Psikolojik savaş, “Askerî silah ve askerî harekât dışında mütalâa edilebilecek olan bütün araçların ve eylem şekillerinin kullanılmasıyla yürütülen bir savaş şekli”[10] olarak tanımlanmaktadır. Psikolojik savaşta amaç, zihinleri yıpratarak insanların karar mekanizmasını dumura uğratmaktır. Psikolojik savaşın hedefi, karar verici merkezlere veya güçlere karşı, bir ülke halkının veya bir grubun direncini kırmak; onu kaosa sürükleyerek kararsızlığa itmek, sonuçta suçlu psikolojisine sokarak değişime razı olmasını sağlayıp teslim almaktır. Suçlu olduğunu kabullenen fert, grup veya toplumun, yeniden eğitilerek psikolojik savaşı yürüten merkeze, otoriteye, düşünceye itaatinin sağlanması veya yeni yaklaşımı, anlayışı, hayat tarzını benimsemesi temel hedeftir. Bu savaşta muhatap, hareket edemez hâle getirilip suçlanır, suçlu hâle sokularak teslim alınır ve eğitilerek istenen sisteme, otoriteye, mevcut ya da yeni düşünce sistemine bağlı hâle getirilir.

Psikolojik savaşta, savaşı yürüten merkez, çeşitli kollar, farklı ideolojiler ve farklı örgütler aracılığıyla ihtilafları körükler; karşılıklı suçlamaların yapılması sağlanarak, hedef ülkede gerilim sürekli artırılır. Halk, bu suçlama ve bilgi bombardımanı anaforunda, zihnen yorulur ve korkuya kapılarak suskunluğa bürünür.

Psikolojik savaş, tek başına bir işe yaramaz; genel olarak, diplomatik ve askeri faaliyetlerle birlikte kullanılır.[11] Türkiye’de her ihtilalden önce yoğun bir psikolojik savaş ortamının yaşanması, yığınla cinayet işlenmesi, sabotaj ve bombalama eylemlerinin olması, halkın susturularak teslim alınması, yapılanların ve yapılacak olanların doğru, faydalı olduğuna ve başka çare olmadığına halkı inandırmak içindir. [12]

Psikolojik Savaşta Kavramların Yozlaştırılması

Psikolojik savaş, muhatabın zihni üzerine yoğunlaşmış, iradesini çözmeye, suçlu olduğuna inandırmaya ve teslim almaya dönük bir savaş olarak, muhatabın teslim alınıp eğitilmesi ve öngörülen sisteme (eski veya yeni) kazandırılmasını hedefler. O açıdan bir ideoloji veya bir sisteme karşı mücadele veren insanların, uğrunda mücadele verdikleri düşünce ve fikirlerin gözden düşürülmesi gerekir. Bu amaçla, diğer psikolojik savaş faaliyetlerinin yanı sıra, o inanç veya düşünce sistemindeki temel kavramların anlamları çarpıtılarak, anlam alanlarının içi boşaltılarak halk yanıltılmaya çalışılır: “Psikolojik savaş, fikir ve eylem planındaki faaliyetleriyle ilgili olarak kullandığı kelime ve deyimleri, mahalli ve milli dildeki anlamlarını değiştirerek kullanmaktadır. Böylece, kelimelerin ve deyimlerin anlamlarını değiştirmek suretiyle kişiyi ve kitleyi yanıltabilmeye çalışmaktadır.”[13]

Kavramların Yıpratılması, Gözden Düşürülmesi                                                                                    

ve Çarpıtılması Değişik Şekillerde Yapılmaktadır:    

       Birincisi: Kavramlar, özel sıfatlarla nitelendirilerek itibarsızlaştırılır, önemsizleştirilir; adeta aşağılanır ve alaya alınacak şekle sokulurlar. Söz konusu kavramı kullanmak insanda suçluluk psikolojisi meydana getirir. İstanbul Sözleşmesi’nde sıkça kullanılan “Sözde Namus” kavramı bunun en güzel örneklerinden biridir. İslâm’a “Ortaçağ düşüncesi”, “Çöl kanunu”, “Gerici düşünce”, “Çağdışı düşünce”, “İrtica” denmesi; Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile ilgili yapılan çalışmalarda, “Modern yaklaşım”, “Geleneksel yaklaşım”, “Geleneksel Kadın Rolleri”, “Modern Kadın Rolleri” gibi kavramsallaştırmalara bu açıdan bakılmalıdır.

İkincisi: Psikolojik savaşta bazen hedef kitlenin, ülkenin, değer sisteminin itibar edip içselleştirdiği kavramlar, toptan reddedilmez/reddedilemez ve de karalanmaz/karalanamaz. Bunun yerine hedef düşünce sisteminde/kültür ve medeniyet kodlarında önemli olan ana kavramlar, çarpıtılır,  anlamsal alanı bölünür, parçalanır ve bütünlüğü ortadan kaldırılarak anlam alanı daraltılır. Bu şekilde çarpıtılmış kavramlara sahip çıkılır. “Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerinden saptırırlar”(5 Maide 13) ayetinde dikkat çekilen tehlike budur.

 ‘Siyasal İslâm’, ’liberal İslâm’, ‘Türk İslâm’ı’, ‘Din milliyetçiliği’, ‘İslâmi burjuvazi’, ‘Ilımlı İslâm’, ‘Modernist Müslüman’, ‘Anadolu İslâm’ı, ‘Sosyal İslâm’, ‘Sufi İslâm’, ‘İslâmist’  kavramları bu amaçla üretilmiş ve servis edilmiştir. Din ve laiklik kavramlarına yüklenen anlamlara, Cumhuriyet döneminin başlangıcında ezanın Türkçe okunmasına bu açıdan bakılmalıdır.

Türkiye’de aile hukuku ile ilgili yasalarda “nikâh” yerine “evlenme akdi”, “evlenme merasimi”/ “töreni”; “dini nikâh” yerine “dini tören”/”merasimi” denmiş olması, nikâh kavramını itibarsızlaştırma amaçlıdır.

Üçüncüsü: Temel kavramlara tamamen zıt anlamlar yüklenerek yapılan tahrifattır. Yani helal ile haram, hakla batıl, marufla münker tamamen yer değiştirir (9 Tevbe 31; 2 Bakara 42, 174 ). Tevbe suresi 31. ayetle ilgili Hz. Peygamber’in, “Onların rahipleri ve bilginleri, helâli haram, haramı da helâl kılıyor, halk da onlara uyuyordu. İşte halkın din adamlarına ve bilginlerine ibadeti budur.”[14] demiş olmasının sebebi, psikolojik harekâtın bu boyutuna dikkat çekmek için olabilir. Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, “Hakkı batılın yerine geçirmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin.” (2 Bakara 42) diyerek müminleri, bu tehlikeye karşı uyarmaktadır.

“Rızaya” dayalı zinanın/fuhşun suç olmaktan çıkarılması; “taraftarlarının”/ “partnerlerin”/”birlikte yaşayan bireylerin” birlikteliklerine “nikâhsız birliktelik”/”seviyeli birliktelik” denmiş olması bunun güzel örneklerinden biridir.

Dördüncüsü: Kavramlar, doğrudan yok varsayılamadığı için dolaylı bir şekilde yok etmeye, unutturmaya, gizlenmeye çalışılır. “Her şeye dini ve Allah’ı sokmayın, karıştırmayın’,  ‘Bu işin dinle imanla ilgisi yoktur,’  ‘Paranın dini imanı olmaz’, “Alan razı, veren razı ise zina neden suç olsun” kavramsallaştırmaları bu amaçlıdır. “Toplumsal cinsiyet” kavramında, toplumsal kimlik/değer sistemi/kültür ve medeniyet kodları gizlenerek toplumun, önemsiz yığın, kitle olduğu imajı oluşturulmak istenmektedir.

Kur’ân’da Hz. Şuayb’ın kavmine verdiği cevapta, Kavminin Allah kavramını önemsizleştirdiğine özel bir vurgu yapmaktadır: “(Şuayb) dedi ki: “Ey kavmim, sizce benim yakın çevrem, Allah’tan daha mı üstündür ki, Onu arkanızda unutuluvermiş önemsiz bir şey edindiniz.” (11/Hud 92)

Beşincisi: Kavramların kullanılmasının yasaklanmasıdır. Bazı durumlarda hedef değer sisteminde var olan bazı değerleri, eklemleme yaparak veya anlam sahalarını daraltarak çarpıtması mümkün olamayabilir. Bu durumda psikolojik savaş uzmanları, kendi savundukları fikirlere karşı olan bu değerlerin gündeme gelmemesini, üzerlerinin örtülmesini ya da yasaklanmasını sağlamak için uğraşırlar. Laikliğe aykırı bulunarak 240 civarındaki ahkâm ayetlerinin ve birçok dini kavramın yasaklanması gibi.

Hukuk ve Kavramlar

Cumhuriyet’in başlangıcından bugüne gelinceye kadar aileyi ilgilendiren hukuk ile ilgili yapılan düzenlemelerde kullanılan dil ve kavramları tartışacağımızdan; hukukta kullanılan kavramlar ile toplumsal kimlik, toplumun değer sistemi, kültür ve medeniyet kodları, kültürel değişim arasında bir ilişki olup olmadığını tespit etmek mecburiyeti vardır.

Hukuk alanında kullanılan dil ve kavramların ne mana ifade ettiğinin anlaşılabilmesi için hukuk kavramına ilişkin tanımlara yer verilmesinde fayda vardır. Hukukun Sözlük anlamı; “1. Haklar, 2. Bir topluluğun yaşama tarzını tanzim eden ve devlet müeyyidesi ile desteklenen kaideler bütünü, 3. Kanunlar, topluluk hayatını tanzim eden kaideler ilmi, Topluluk hayatının devamı için gerekli olan, zorlayıcılığı bulunan kaide.”[15]

     Dini kavramlar sözlüğünde; “Gerçek, doğru, sabit, varlığı kesin olan şey, bir şeyi gerçekleştirmek, bir şeye yakinen muttali olmak”  anlamlarına gelen hak kelimesinin çoğulu hukuk kelimesidir.” dendikten sonra Hukukun kavram olarak iki anlamı olduğu ifade edilmektedir:

   “1. İnsanların birbirleri ile veya meydana getirdikleri topluluklarla ve yine insan topluluklarının diğer topluluklarla olan ilişkisini düzenleyen, kamu gücü ile desteklenmiş zorlayıcı özellikteki kurallar bütünüdür.

   2. Dinin, aklın ve hukuk düzeninin tanıdığı yetki, güç ve imtiyazlar demektir.”[16]

Muharrem Balcı’ya göre; “Hukuk, toplumun tümünü ilgilendiren kurallar bütünüdür.”[17]

   Tanımları incelediğimizde hukukun; toplumun benimseyip içselleştirdiği bir değer sistemi, bir kimlik ve bir kültür ve medeniyetin, sağlıklı sıhhatli yaşanabilir olması için ferdin kendisi, yaratıcısı, ailesi, komşusu, akrabası, toplumu, devleti ve diğer toplumlarla ya da insanlık âlemiyle olan ilişkilerini, toplumsal kimliğe, değer sistemine ve kültür ve medeniyet kodlarına göre düzenleyen güçle donanmış bir kurallar, kaideler ve normlar bütünü olduğunu söyleyebiliriz.

   Bu nedenle hukukun kullandığı dil ve kavramlar, toplumsal kimlik, değer sistemi ve kültür ve medeniyet kodlarının öngördüğü dil ve kavramlar olmalıdır. Bu şekilde yapılanan bir hukuk sistemi, toplumun kimliğini, değer sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını kuvvetlendirir; hukuk sistemine olan toplumsal güveni sağlar. Bu ilişki, hukuk sistemi ile ahlak sisteminin birbirini desteklemesini ve kuvvetlendirmesini temin eder. Değer sistemi, ahlak sistemi ve hukuk sisteminin bütünleşmesi, birbirine destek olması, suç ve ceza oranlarının azalmasına sebebiyet verir; fert ve toplum korunur. Kendi ile ailesi ile akrabası ile komşusu ile toplumu ile devleti ile gelecek nesillerle ve geçmiş nesillerle barışık şahsiyetli bir insan unsuru ortaya çıkar. Aksi durum ferdi, toplumsal ve sistemsel bunalımdır ve krizdir.

     Bu noktada, “kanunların nasıl yapıldığı?”, “kanunlaştırma”nın nasıl ortaya çıktığı? sorusu önem kazanmaktadır. “Kanunlaştırma hareketleri”, her ülke ve millet için gereklidir, hatta zorunludur. Önemli olan, kanunlaştırmanın nasıl, hangi temel unsurlara, hangi değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına göre yapılacağı ve nasıl bir dil ve kavramlar kullanılacağıdır.

“Kanunlaştırmaların Üç Şekilde Yapıldığı” Görülmektedir: 

1- Islah/ Rehabilitasyon: Varolan hukuk kurallarının yeniden tanzimi ve yeni ihtiyaçları karşılar hâle getirilmesi. 2- Resepsiyon: Yabancı bir hukuk sisteminin ülke hukuk sistemi olarak kabul edilmesi ve düzenlenmesi.  3- Expansiyon: Sömürgeci devletlerin kendi hukuklarını, sömürgelerine,  gerektiğinde zor kullanarak taşımaları.”[18]

Resepsiyon ve expansiyon, devlete hâkim olan gücün, genellikle halka rağmen gerçekleştirdiği bir olgudur. Her ikisinde ana slogan, “Halka rağmen halk içindir.” olmaktadır. Bunun en güzel örneği, Lozan sonrası Cumhuriyet döneminin başlangıcında tüm yasaların Avrupa’nın değişik ülkelerinden ithal edilmesidir. Bu konuda Mahmut Esat Bozkurt’un ve Mustafa Kemal’in yaptığı konuşmalar, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır: “M. Esat Bozkurt: “Lozan muahedesiyle yüklendiğimiz işi, elden geldiği kadar çabuk başarmak lazımdı. Birinci Dünya savaşı içinde İstanbul’da İzhâr-ı Kavânîn Komisyonları adı ile bir sıra komisyonlar kurulmuş ve işe başlamıştı. 1924 yılında bunların çalışma verimi gözden geçirildi… Burada şu soru karşısındayız: Komisyonlar bu biçim kanun taslaklarını niçin ve neden yaptılar? İşin bu yönünü bilmek, konumuzu kavramak için çok faydalıdır. Komisyonlar şu kanaatte idiler: “Her milletin kanunu kendi ihtiyaçlarına göre yapılır. Bizim kanunlarımız bize göre yapılmalıdır.”

“Bunun bir batıla olduğunu göstermek zor bir şey değildir. Türk ihtilalinin komedya ile oyalanmağa vakti yoktu. Türk milletinin taliinde gereken kat’i kararı almak zorunda idi ve bu karar şu olacaktı:  Türk ulusunun, medeni milletler ailesinden bir üye olmasına ve mutlaka olması lazım geldiğine göre, kayıtsız şartsız bu milletlerin hak sistemlerini benimsemesi lazımdı. Tıpkı bir kulübe, bir partiye intisap edecek kimsenin, kulüp ve parti nizam ve usulünü aynen kabul etmesi gibi, medeni kamuya girmek davasını güden bir devletin de, bu kamunun icaplarını kendine mal etmesi zorunluluğu vardır.”[19]

Mustafa Kemal:  “Sayın Arkadaşlar! Türk ihtilalinin kararı, batı medeniyetini kayıtsız şartsız kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacaklar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkûmdurlar. Bu prensip bakımından, kanunlarımızı oldukları gibi batıdan almak zorundayız. Böylelikle, Türk ulusunun iradesine uygun harekette bulunmuş olacağız. Keyif ve isteklerimize göre değil, milletimizin dileklerine göre iş başarmağa borçluyuz. Şimdiye kadar geçen hizmetlerinize teşekkür eder ve komisyonların vazifelerine son veririm.”[20]

Osmanlıdaki Tanzimat ve Islahat fermanlarını, Mustafa Kemal ile Mahmut Esat Bozkurt’un yukarıdaki ifadelerini ve ifadelerine uygun olarak yaptıkları icraatları göz önüne aldığımızda, son “İki yüz yıllık süreçte hem resepsiyon hem de rehabilitasyon yapılmıştır.”[21] diyebiliriz.  Özelde Türkiye, genelde İslâm dünyası olmak üzere yapılan resepsiyon ve resepsiyon destekli rehabilitasyon hareketleri, kanunların/yasaların/hukukun diline yansımış, kullanılan kavramlar buna uygun seçilerek ithal edilmiştir: “Sonuçta değişim süreci her zaman bir adaptasyon ve asimilasyon şeklinde olmamış, devletin İslâmî standartlarla olan rabıtası üzerinde düşünmeksizin toptan kavram ithali yapması olarak gözükmüştür.”[22]

     Genel olarak, hukuk sistemi ve hukuk sisteminde kullanılan dil ve kavramlar üzerinden toplumsal bir değişim ve dönüşüm stratejisi öngörülmektedir.  Hukukçu Nur Centel: Yasalarda kullanılan kavramlar, yasa koyucunun ilgili suç bakımından hangi hukuki değeri korumak istediği hakkında fikir verme ve uygulamayı yönlendirme işlevini görmektedir; bu nedenle dikkatli
seçilmeleri gerekir.”[23] Hukukçu Muharrem Balcı: Haklar, yasa koyucunun korumayı uygun gördüğü çıkarlarla ilgili...” [24] Hukukçu Kadir Gündoğan: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında yapılan devrimlerden belki de en önemlisi, “hukuk devrimi”dir. Türkiye’de, toplumu ve sosyal düzeni modernleştirme istem ve çabalarını hukuka yansıtması hukuku geleneksel toplumdan modern topluma geçişte bir araç olarak kullanma girişimleri Tanzimat fermanı ile birlikte başlamış, Cumhuriyet devrimleri ile doruğa ulaşmıştır. 1923’te başlayan, özellikle 1926 yılı ve sonrasında yoğunlaşarak Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan ve “Türk Hukuk Devrimi” olarak da isimlendirilen hukuk reformları Türk toplumunun modernleşmesinde önemli rol oynamıştır. Türk Ceza Kanunu da hukuk devriminin en önemli yapıtaşlarından biridir.”[25]

Cumhuriyet’in Başlangıcından Bugüne Aile Hukuku ile İlgili Yasalarda Kullanılan Temel Kavramlar

Bugün için Türkiye’de aileyi ilgilendiren, geçerli olan yasalar şunlardır:

  • Kabul Edilmiş Uluslararası Anlaşmalar/Sözleşmeler(CEDAW ve diğerleri)
  • CEDAW Sözleşmesi
  • 2011 İstanbul Sözleşmesi
  • 6284 Sayılı Aileyi Koruma Kanunu Ve Uygulama Yönetmeliği
  • 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu
  • 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu
  • Borçlar Kanunu

6284 Sayılı Yasa, 4320 Sayılı Yasanın, 5237 Sayılı Yasa, 765 Sayılı Yasanın, 4721 Sayılı Yasa da 743 Sayılı Yasanın yerine yapılmıştır. Dolayısıyla 4320, 765, 743 nolu yasalar yürürlükten kaldırılmıştır (mülga). Yalnızca bu açıdan bakıldığında yasalar üzerinde yapılan işlem, bir rehabilitasyon işlemidir. Ancak tüm bu yasalarda 2011 İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW gibi diğer ilgili uluslararası sözleşmeler referans alındığı için yapılan hukuki düzenleme, aynı zamanda bir resepsiyon işlemidir. Bu durum, ilgili tüm yasaların diline etki etmiş, kullanılan kavramlar buna uygun olarak seçilmiştir.(Tablo 1)

Tablo 1’de yer alan kavramların seçilmesinde 6284, 5237, 4721 Sayılı Yasalar ile 2011 İstanbul Sözleşmesi kapsamında yapılan tartışmalarda kullanılan dil ve kavramlar etkili olmuştur. Bir hukukçu açısından Tablo 1’deki kavramların bir kısmının önemi olmamış olabilir ya da alınması gereken daha önemli kavramlar da var olabilir.

İlgili yasalarda geçen kavramların sadece aile hukuku ile ilgili boyutu göz önüne alınmıştır. Bu noktada da “boşanma, boşanma sonrası süreçler, mal varlığı, miras, velayet, vesayet, kayyum, vasi, aile yurdu, aile derneği ve vakfı” gibi konularda geçen; ceza hukuku ve medeni hukukta cezalandırma gibi özel alanlarda geçen bazı kavramlar da göz önüne alınmamıştır. Aile ilgili kısımlarda yer almayan fakat hukukun genel ilkeleri içerisinde geçen kavramlarda, hukukçu olmadığımız için, yanlışlık yapmamak için, o kısımlardaki kavramlar da dikkate alınmamıştır. Ayrıca eski yasaların metninde varolan bazı kelimeler, Arapça/Osmanlıca olduğu için ve anlamlarına da tam vakıf olunmadığından dolayı dikkate alınmamıştır.

Saydığım eksiklikleri, hukukçu kardeşlerimizin gidereceğine ve böylece sürece katkı sağlayacağına inanıyorum. Hukukçu olmadığım için bu konuda hata yapmış olabilirim. Bunun için şimdiden özür dilerim.

Tablodaki kavramlar, bazı ortak özellikler göz önüne alınarak gruplandırılmış ve siyah çizgilerle birbirinden ayrılmıştır. Bununla birlikte gruplandırmalarda bazı yanlışlıklar olabilir.  Bu tabloyu yapmaktaki amaç, 1926 yılından bugüne(2019) gelinceye kadar aile bazında hukuk düzlemindeki kavramlarda meydana gelen değişimi görebilmektir. Hukukçu olmayanlar için dikkat edilmesi gereken nokta, Aileyi Koruma Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu ve 2011 İstanbul Sözleşmesi, ailenin farklı boyutları ile ilgilendiklerinden dolayı her kavramın, her kanunda yer alması gerekmemektedir. Bu yadırganacak, eleştirilecek bir durum değildir. Asıl önemli olan eski yasa ile yeni yasa arasındaki kavramsal değişikliklerdir. Kaldırılan ve yerine getirilen kavramların muhtevalarının ne oranda örtüştüğüdür. Bir başka önemli nokta da, eski kanunda var olup kaldırılan ve yerine yeni bir kavram konmayan kavramların ve eskisinde olmayıp da yenisinde var olan kavramların varlığıdır. Bu kavramların muhtevaları, nasıl bir zihni yapıya hitap ediyor ya da nasıl bir zihni yapı inşa etmek istiyor bağlamında tartışılmalıdır.

Aileyi koruma ilgili eski yasa (4320-ilk yasa) 1998 yılında yapıldığı için bu alandaki değişimi 1926 yılından buyana görmek mümkün olamamaktadır.

Aile Hukuku ile İlgili Yasalarda Kullanılan Kavramlar Üzerinden Yürütülen Psikolojik Savaş

Tablodaki kavramlar değerlendirilirken dikkat edilmesi gereken nokta, bizim nesil ve bizden önceki neslin çok önem verdiği birçok kavram ya yasalardan kaldırılmış ya da anlam alanı çok fazla dar olan yeni kavramlar konmuştur. Bu nokta, “psikolojik savaş ve kavramlar” bölümü göz önüne alınarak özel olarak değerlendirilmelidir.

Psikolojik savaş açısından meseleye yaklaştığımızda ciddi tahribata uğrayan kavramlardan biri de nikâh kavramıdır. Nikâh kavramı, “nikâh”, “medeni nikâh”, “evlenme akdi”,  “evlenme merasimi veya töreni” şeklinde yasalarda yer almaktadır. 743 sayılı eski medeni kanunda var olan nikâh kavramı, yeni 4721 sayılı medeni kanunda “evlenme merasimi veya töreni” şeklinde geçer. Dolayısıyla nikâh kavramı, yeni medeni kanundan çıkarılmıştır. 2011 İstanbul Sözleşmesi’nde ve aileyi koruma yasalarının her ikisinde de nikâh kavramı kullanılmamaktadır. Daha da önemli olan “nötr cinsiyet hareketinin” stratejisinde nikâh kavramının daha da itibarsızlaştırıp hayattan silinmesi vardır. Günlük hayatta metres hayatını meşrulaştırmak için bu kesimin başlangıçta kullandığı kavram, “nikâhsız birliktelik” idi. Şimdi “nikâhsız birliktelik” yerine “seviyeli birliktelik” kavramını kullanmaktadırlar. Psikolojik savaş açısından bakılırsa, “nikâh kıyanlar”ın seviyesiz olduğu söylenmektedir.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanununda, daha önceki yasada ve diğer yasalarda olmayan “medeni nikâh” tabiri kullanılmaktadır. Medeni nikâh tabiri ile dini nikâh itibarsızlaştırılmaktadır. Nitekim ele aldığımız yasaların hiçbirinde “dini nikâh” tabiri kullanılmamakta, onun yerine “evlenme merasimi veya töreni”  tabiri kullanılarak dini nikâh kavramı itibarsızlaştırılıp gözden düşürülmek istenmektedir.

Etkisizleştirilen hatta unutturulmaya çalışılan kavramlardan biri de “Karı-Koca” kavramlarıdır. Son yapılan yasal değişikliklerle bu kavramların yerine genellikle, “eş”, “aile bireyi”, “aile geçimini/masraflarını sağlayan kişi”, “aynı çatı/dam altında yaşayan kişi”, “birlikte yaşayan bireyler” kavramları kullanılmaktadır.

“Birlikte yaşayan birey”, tabiri son derece esnek bir tabir olarak gelecekte Türkiye’de ciddi bir sorun oluşturacaktır. İstanbul Sözleşmesi’nin İngilizce metninde bu kelime “partner” olarak geçmektedir. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni kabul etmiş olmakla, “Dost/metres hayatını” yasal güvenceye almış olmaktadır. Bizim inanç sistemimizde “gayrimeşru”, “zina” veya “fuhuş” olarak kabul edilen bu hayat tarzı, bu yolla meşruiyet kazanmaktadır. Dahası İstanbul Sözleşmesi tarafından kabul edilen “cinsel özgürlük” ve “cinsel yönelim”, Türkiye yargı sistemini bağladığından “eşcinsel birliktelikler”, hatta “evlilikler”(!), “pedofili”, “zoofili”, “grup seksi”, “eş değiştirme” gibi tüm en adı cinsel sapkınlıklar, geleceğin Türkiye’sinde yaşanır olabilecektir. Anadolu kültüründe konuşma dilinde geçen “ib…” yerine “eşcinsel” ve “cinsel yönelim”, “fahişe”/or…” kavramları yerine “seks işçisi” denmekle, “ib…liğe”, “fahişeliğe”/”or…luğa” bir masumiyet, değer ve meşruiyet kazandırılmak istenmektedir.

AB uyum yasaları kapsamında İstanbul Sözleşmesi’nin 36. maddesine göre Türkiye, “rıza temelli” tüm birliktelikleri meşru kabul etmekle, “cinsel özgürlük”, “cinsel yönelim”, “zina ve fuhşun” kapsam alanına giren her türlü cinsel sapkınlığın önünü açmış ve sapkınlığın her çeşidini yasal güvence altına almıştır ya da almak zorunda kalacaktır:

“Madde 36 – Irza geçme de dâhil olmak üzere cinsel şiddet eylemleri

1- Taraflar aşağıdaki kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:

  1. Başka bir insanla, rızası olmaksızın*, herhangi bir vücut parçasını veya cismi kullanarak, cinsel nitelikli bir vajinal, anal veya oral penetrasyon gerçekleştirmek;
  2. Bir insanla, rızası olmaksızın*, cinsel nitelikli diğer eylemlere girişmek;
  3. Başka bir insanın, rızası olmaksızın*, üçüncü bir insanla cinsel nitelikli eylemlere girmesine neden olmak.

2- Rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir.

3- Taraflar 1. fıkrada yer alan hükümlerin aynı zamanda iç hukukta kabul edilmiş olan, eski veya mevcut eşlere veya birlikte yaşayan bireylere karşı gerçekleştirilmiş eylemler için de geçerli olmasının temin edilmesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

36. madde de “eş” kavramının yanı sıra, “birlikte yaşayan bireyler” kavramı kullanılarak “nikâhsız beraberliğe”/”metres hayatına” meşruiyet kazandırıldığına dikkat edilmelidir. Bu kavram çok sık kullanılarak bir zihinsel alt yapı inşa edilmekte, “nikâhsız birlikteliklere”/”metres hayatına” aile hüviyeti kazandırılmaya çalışılmaktadır. Böylelikle aile mefhumu yıpratılmakta, itibarsızlaştırılmakta, gereksiz olduğu anlayışı yerleştirilmektedir.

Bu bağlamda yasalar ve araştırmalar üzerinden “dozajı” iyi ayarlanmış, zamana yayılmış, sistematik bir psikolojik harekât, psikolojik savaş yürütülmektedir. 2009 yılında, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün de bileşenleri arasında olduğu “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet” araştırmasında ortaya konan ana hüküm, “Aile ortamının kadın için güvenli olmadığı” tezidir: “Araştırma sonuçları hem kadınlar hem de toplum tarafından en güvenli ortam olarak düşünülen ailenin, aslında kadınlar için güvenli bir ortam olmadığını göstermektedir. 10 kadından 4’ünün birlikte yaşadıkları erkekler tarafından şiddete maruz kalmaları, aile ortamının kadınlar için tehdit edebilecek bir kurum hâline dönüştüğünü göstermektedir.  Bu durum çalışmanın bulguları dikkate alınarak, Türkiye'nin temel politikalarından birisi olan ailenin güçlendirilmesi politikasının, kadının güçlendirilmesi bakış açısı ile yeniden değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.”[1]

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na göre “Kadın için aile güvenli bir ortam değildir.”, “Aile ortamı kadınları tehdit edebilecek bir kurum hâline dönüşmüştür.” Araştırmanın en önemli iki hüküm ifadesi bunlardır; bu iki ifade çok iyi düşünülmüş bir psikolojik harekâtın sonucudur.

Araştırmada sorgulanmayan ve fakat sorgulanması gereken en önemli ifadelerden biri, “birlikte yaşadıkları erkekler” ve şiddet “tabirleridir. “Birlikte yaşadıkları erkekler” tabirinden kim kast edildiği ve uygulanmış olan “şiddetin” türünün ne olduğu belli değildir. Bunlar araştırmada tartışılmamakta, sorgulanmamaktadır. “Birlikte yaşadıkları erkekler” tabiri ile kast edilen nedir? sorusunun cevabı Şekil 2’de sorgulanmakta ve ihtimaller ortaya konulmaktadır.

Alternatiflerin belirtilmemesinin sebebi nedir?  Niçin karı-koca kavramları kullanılmamaktadır?  Anlaşılan o ki, bir psikolojik harekât yürütülerek yeni yasal düzenlemeler için bir zihni alt yapı, ortam hazırlanmak istenmiştir ve de başarılı olunmuştur. Araştırmada daha vahim yapılan hata ya da kasıtlı davranış, “nikahsız birliktelik” olan “metres hayatının” aile olarak kabul edilmiş olması(!) ve Bakanlık üzerinden bu düşüncenin servis edilmiş olmasıdır.

Bu paragraftaki psikolojik harekâtta verilmek istenen iki mesaj vardır:

1. “Ailenin güçlendirilmesi politikasının, kadının güçlendirilmesi bakış açısı ile yeniden değerlendirilmesi”, ifadesinde aile efradının, aile mensuplarının yanlışları, hataları varsa, bunları düzeltmek yerine; aileyi bir savaş ortamı olarak kabul edip, kadının durumunun güçlendirilmesi/kuvvetlendirilmesi istenmektedir(Bu konu şiddet kavramı kısmında daha sonra tartışılacaktır.). 

2. Aile Kurumu kadınlar için güvenli olmadığına göre, aile kurumu lağvedilmelidir. İnsanlar “dost/metres hayatı” yaşamalı, “nikâhsız birliktelikler”(= “seviyeli birliktelik”(!)) olmalı, nikâh iptal edilmelidir(!); Çünkü nikâh kıydırmak “seviyesizliktir”(!). Haz merkezli bir dünya inşa edilmelidir(!)

Bu yaklaşım ve propaganda ile “nikâhsız birlikteliklere”/”partner ile yaşamaya”, fuhşa meşruiyet kazandırılmaktadır. Oluşturulmak istenen mantık, “Aile demode olmuş bir kurumdur”, “vaktini doldurmuştur”.  Bu kampanya, 2009 ve sonrasında daha da kuvvetlenmiş, dönemin aileden sorumlu devlet bakanı Selma Aliye Kavaf’ı boy hedefi hâline getirip Bakanlık’tan ve milletvekilliğinden gitmesini sağlamıştır.[2]

Bakan Kavaf, Haziran 2009’da Viyana`da düzenlenen konferansın bildirge metninde yer alan ‘Farklı aile formları’ tanımına itiraz ederek, Avrupa Konseyi`ne gönderdiği yazıda; ‘Biz ülke olarak eşcinsel evliliği kabul etmediğimiz gibi eşcinsel aile, ebeveynlik kurumunu da kabul etmediğimizi belirtmek isteriz.’  tarzında son derece şahsiyetli bir tavır ortaya koymuştur.[3] Ayrıca bakan Kavaf, 7.03.2010 tarihinde kendisi ile yapılan bir röportajda; “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir hastalık bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye'de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var.” demesi üzerine kendisine karşı bir linç kampanyası başlatılmıştır.[4]

Bakanın konuşmasına karşı çıkan kesimler, çok heterojen olduğu için karşı çıkma gerekçeleri de farklıdır. Eşcinselliği bir yaşam tarzı olarak benimseyenlerin, bakanın açıklamalarına karşı çıkma gerekçeleri; ‘Eşcinsellik hastalık değil, yönelim farklılığıdır’, ‘Yönelimde tedavi olmaz’, ‘Doğal bir durumdur’, ‘Hastalık” demek ayrımcılığı körüklüyor’, ‘Bilime de etiğe de aykırı’, ‘Bakan eşcinselleri hedef göstermektedir, sonuçlardan sorumludur’, ‘Aşağılama vardır’, ‘Nefret vardır’, ‘Saygılı olunmalıdır’, ‘AB sürecine aykırıdır’, ‘Hoşgörü ve Özgürlüklere aykırıdır’, şeklinde olmuştur.

Bu grubun haricindeki diğer kesimlerin karşı çıkma nedenleri kimliklerine bağlı değişmektedir. Görünürdeki gerekçeleri yukarıda ki gerekçelerden biri ya da birkaçıdır. Ortak paydaları, “özgürlük”, “hoşgörü”, “ayırımcılık yapmamak” ve “AB uyum yasalarıdır”.  Bazı siyası partiler bundan rant elde etme peşinde olmuşlardır.[5]

Asıl şaşırtıcı, düşündürücü ve üzücü olan, AK Parti kadrolarının, STK/Cemaat/Hareket/Teşkilatların ve AK Parti tabanının, kendi hayat felsefelerine uygun bir tavır sergileyen bakanlarına sahip çıkmamış olmalarıdır. 20-24 nolu  makalelerde çok daha ayrıntılı bir analiz yapılmaktadır; kimin ne dediğine makalelerde yer verilmektedir. Bugün ailenin geldiği noktanın temelleri o günlerde atılmıştır.

“Haber Türk Yayın Kuruluşu'nda 10.02.2012 tarihinde saat 00:10'da yayınlanan “Alt Üst Muhabbet” adlı programda, Cemil İpekçi kendisini “eşcinsel” olarak tanımladıktan sonra; “Evlilik bence artık çok geride kalmış bir kavram” , “Benimle birlikte olan erkek arkadaşım, yıllar sonra bir bayanla evlendi. Bu arkadaş evliliğini sürdürürken, aynı zamanda 5 yıl birliktelik yaşadık ve bu dönemde, erkek arkadaşımın gözünde çok daha kıymetli oldum.” “Eğer kaideler kalksa, yani bu inançtan konan ya da cemiyet-sosyal tabular, kareler kalksa, insanların seks hayatları çok daha farklı olurdu.” açıklamalarını yapmıştır. Bu sözlere Serdar Turgut, “İki olgun insanın karşılıklı anlaşma yoluyla, birbirleriyle yaptıkları her şey, normal seks diyebiliriz” şeklinde bir destek vermiştir.[6]

Bu yayın dolayısıyla, RTÜK iletişim ve WEB sitesine, halk şikâyette bulunmuştur. İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı, 28.03.2012 tarih ve 490 sayılı yazısı ile cezai müeyyide uygulanmasını talep ederek üst kurula başvurmuştur.  

Radyo Televizyon Üst Kurulu, “Her ne kadar Daire Başkanlığınca; mezkûr yayında 6112 sayılı Kanunun 8. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan “Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.”  ilkesinin ihlal edildiği kanaati belirtilmiş ise de, söz konusu yayında yer verilen karşılıklı ifadelerin ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği düşüncesiyle mevzuat ihlali yapılmadığı kanaatine varılmıştır… Bahse konu yayınları nedeniyle, 6112 sayılı Kanun kapsamında herhangi bir idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına, oy birliğiyle karar verilmiştir.” denerek, aile kurumuna, inançlara, toplumsal değerlere hakaret edilmesini ve eşcinsellikle ilgili propaganda yapılmasını meşru kabul etmiştir.[7]

   Dönemin RTÜK Başkanı, konuyla ilgili sorulan sorulara verdiği cevap ise, daha da üzücü ve ibret vericidir: “Kişi görüşünü söylüyor. Şiddet uygulamıyor, ailenin korunması ilkesini, genel ahlak ilkesini ihlal edecek bir şey yapmıyor. Cinsel tercih diye bir şey var. İfade özgürlüğü diye bir şey var. Uzman ihlal görmüş olabilir ama Üst Kurul olarak biz bu ifadelerde bir ilke ihlali görmedik.”[8]

Eşcinsellik ahlaksızlık değilse, bundan daha vahim ne var ki, “Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.”  ilkesine ters olsun da, ahlaksızlık olsun? “Evlilik artık çok geride kalmış bir kavram(!)”/“evlilik modası geçmiş bir kurum(!)” ifadeleri, aile kurumuna bir saldırı değilse, daha vahim ne var ki ona karşı aile korunmuş olsun.  Gelinen nokta, çok önceden başlatılmış olan bir psikolojik harekatın/ savaşın sonucudur ve bu savaş şiddetlenerek devam edecektir. Bu gerçek artık görülmelidir.

Sonuç: Toplumsal Duyarsızlaşmanın Maliyeti Yüksek Olacaktır

Bütün bunlar, başlangıçtaki yanlış stratejik tercihin, AB uyum yasaları/AB’ye girmek, doğal sonuçlarıdır. Türkiye, hukuk sisteminde yapmak istediği Islah/Rehabilitasyonu, bir Resepsiyonun gölgesinde ya da Resepsiyon şeklinde yapmak zorunda bırakılmıştır ya da kalmıştır. Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiserlerinden Olli Rehn’in aşağıdaki ifadeleri bunu teyit etmektedir: “Üye ülkelerde olduğu şekilde, aday ülkelerde de lezbiyen, gay, eşcinsel ve transseksüel hakları örgütlerinin varlık ve faaliyetlerinin güvence altına alınmasının takipçisiyiz. Türkiye’nin bu konuda gerekli adımları atmasını bekliyoruz.”[9]

        Rıza merkezli cinsel özgürlük ve cinsel yönelim kavramsallaştırılmaları ile, ahlaka, nikaha, namusa, edebe, hayâya, vakara, şerefe, iffete, aileye, nesle ve insan fıtratına yoğun, şiddetli bir psikolojik savaş açılmıştır. Bu gerçek görülmelidir. Toplumun ifsadı, gelecek nesillerin feda edilmesi, neslin yaşlanması, değişik hastalıkların ortaya çıkması ile sağlıksız bir neslin zuhur etmesi; cinsel tatminin gayrimeşru bir şekilde sağlanmasının sonuçlarıdır. Yaratılış kanunlarına aykırı, insan fıtratına zıt, zararlı ve toplumun geleceğini, neslin devamı yasasını ihlal ederek tehlikeye sokan hiçbir düşünce ve yaşam tarzı meşru kabul edilemez, edilmemelidir. Bütün bunlardan dolayı, cinsel özgürlük ve cinsel yönelim kapsamında eşcinselliğe, zinaya, fuhşa nikâhsızlığa, insan hakkı olarak bakılamaz; ifade özgürlüğü kapsamına da sokulamaz.  

AB sürecinde kendi kültür medeniyetimizin temel değerlerine taban tabana zıt birçok olgu, gündeme gelip yasallaştırılmaktadır. Toplum bu noktada duyarsız ve de tepkisizdir.  Bu ciddi bir tehlikedir.  Bu durumda, özelde STK’ların, cemaatlerin, hareketlerin, teşkilatların, aydınların, akademisyenlerin, kanaat önderlerinin, genelde toplumun tümünün, gelinen noktada sorumluluk üstlenmesi, üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları, “En Güzel Tarzda Mücadele” kanuniyetine uygun bir şekilde, hep birlikte, kardeşçe, dostça yapması tarihi bir sorumluluktur.

Ve;  “Şu hâlde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek, tutku, sapkınlık)larına uyma.” (42 Şura 15)

Ve; Allah, bize basiret ve feraset versin! Allah bizi akıl tutulmasından korusun!

Henüz Vakit Varken!


[1] T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütler Enstitüsü ve ICON Institüte Public Sector, BNB Consulting, “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet”, Ankara, 2009.

[2] Can, B., “Bir Akıl Tutulması-1: İnsan Fıtratına ve Nesline Savaş Açan Bir Yaşam Tarzını Meşru Görmek(!) ve Savunmak(!)”, Milli Gazete, 2012. Can, B., “Bir Akıl Tutulması-2: Aynı Cinsler Arasındaki Cinsel Yönelim Bir Hastalık Halıdır?” Milli Gazete, 2012. Can, B.,  “Bir Akıl Tutulması-3: Eşcinsellik(Homoseksuellik) İnsan Fıtratına Ve Nesline Açılan Bir Savaştır”, Milli Gazete, 2012. Can, B., “Bir Akıl Tutulması-4: Eşcinsellik (Homoseksuellik) Üzerinden Yürütülen Psikolojik Savaş Bir AB Projesi midir?” Milli Gazete, 2012. Can, B., “Bir Akıl Tutulması: İnsan Fıtratına ve Nesline Savaş Açan Bir Yaşam Tarzını Meşru Görmek(!)”, Umran, 2012.

[3] Can, B.,a.g.y.

[4] Can, B.,a.g.y.

[5] Can, B.,a.g.y.

[6] Can, B.,a.g.y.

[7] Can, B.,a.g.y.

[8] Akit, 17.05.2012

[9] Kumbasar, İ. K.,  Yeni Çağ, 23.06.2009.

TABLO-1: AİLE İLE İLGİLİ YASALARDA ZAMANLA MEYDANA GELEN KAVRAMSAL DEĞİŞİM

KAVRAMLAR

AİLEYİ KORUMA KANUNU

TÜRK CEZA

KANUNU

TÜRK MEDENİ

KANUNU

2011 İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

24/11/2011**

1/8/2014*

 

ESKİ: 4320

17/1/1998*

YENİ:6284

20/3/2012*

ESKİ: 765

13/3/1926*

YENİ: 5237

12/10/2004*

ESKİ: 743

4/4/1926*

YENİ: 4721

8/12/2001*

NİŞAN

---

---

---

---

+++

+++

---

NİKÂH

---

---

---

+++

+++

---

---

MEDENİ NİKÂH

---

---

---

+++

---

---

---

EVLENME AKDİ

---

---

+++

+++

+++

---

---

EVLENME MERASİMİ/TÖRENİ

---

---

---

---

+++

+++

---

DİNİ NİKÂH

---

---

----

---

---

---

---

DİNİ EVLENME MERASİMİ/TÖRENİ

---

---

+++

+++

+++

+++

---

EVLİLİK-EVLENME-EVLİ OLMA

---

+++

+++

+++

---

+++

---

EVLENME HUKUKU

---

---

---

---

---

+++

---

AİLE CÜZDANI

---

---

---

---

---

+++

---

EVLENME KÂĞIDI

---

---

+++

---

+++

---

---

EVLENME YAŞI

---

---

---

---

+++

+++

---

EVLENME EHLİYETİ

---

---

---

---

+++

---

---

ÇOK KADINLA EVLİLİK

---

---

---

+++

---

---

---

BATIL OLAN EVLENME/EVLİLİK

---

---

---

---

+++

+++

---

ZORLA EVLENDİRME/

EVLİLİĞE ZORLAMA

---

---

---

---

---

+++

+++

KORKUTMA/TEHDİT İLE EVLİLİĞE RAZI ETME

---

---

---

---

+++

+++

---

İĞFAL İLE EVLİLİĞE RAZI ETME

---

---

---

---

+++

---

---

ÇOCUK YAŞTA EVLİLİK

---

---

---

---

---

---

+++

ÇOCUĞU EVLİLİĞE ZORLAMA

---

---

---